6 Kasım 2008 Perşembe

Münih Havaalanı: Bir İnsanlık Kâbusu?

Gecikmiş Lufhansa'dan inip gecikeceğni bilmediğim Lufthansaya yetişmeye çalışırken önümü kesen, kendisine sormamı karanlık, sevgisiz bir yüz ifadesiyle bekleyen kısa siyah saçlı adam "Polizei" diye önüme atladı.

Üzerimden türk yolculara gözdağı vermesi, elbette, masum bir şey değil. Biletimi gözüne uzatıyorum 'Beş dakikam var!", ben de seyirciye oynuyorum. Önünü, gçrüş açısını kapatıyor, etrafa gözdağı vermek için beni kullanmasına izin vermiyorum. "Gate'im nerede?". "Pasaport!" diyor. Uzatırken, bir insanın söyleyebileceği en kararlı ses tonuyla "Gate"im nerede?"

"Lütfen!" demiyorum. O demedi diye değil, bir türke "Pasaport,lütfen!" demediği için bile değil. Geciktirilmiş bir insanın yüz ifadesini anladığını gördüğüm için, bunu kullandığı için, önümü kesmeyi uçaktan çıkanlara gösteriye çevirdiği için.

"Bir kişi"ye pasaport sorma değil, adeta gayrı nizami psikolojik savaş. Bir insanı değil, bir toplumu, böyle bir muameleyi haketmediği düşünülen insanlar üzerinden yıldırma hareketi.

Arkadaşlarıma soruyorum ertesi gün, teker teker. Kadın erkek, yeşlı genç. Hepsinin benzer bir travması var Münihte. Yarım saatlik aramalar. İlaveten, aramalardan çıkıp, kontrol noktasına ulaşınca "Şimdi teneffüs alıyorum" diyip yarım saatlik sırayı yakabilen kontrolörler, bir insanı rezil etmekten ve uygulandığı zamanın hukukuyla çelişen, eziyetten başka birşeye yönelmeyen arama taramalar.

taciz edilenlerin ortak yanları akademisyen olmaları. Batıya da doğuya da entegre olmaları. Almancayı ya da bir kaç batı dilini iyi bilmeleri. Almanyayla bir alıp vermediklerinin olmaması. Hepsi de değişik zamanlarda uçaklarına yetişemeyecekleri düşündürülene kadar zorlanıyorlar. Arama esnasında aktarma yapacakları uçağın gecikmesi söz konusuysa bilgilendirilmiyorlar. Amaç stresi artırmak, germek.

Aramaların hiç birisinden aramayla ulaşılacak bir "sonuç" çıkmıyor. Hepsi uçaklarına yetişiyor. Hiç birisi uçağa ulaşmaları engellendiğinde Lufhansanın onlara yeni bir uçak gösterip göstermeyeceğini bilmiyor.

Aydına ve aydın adaylarına hadleri bildiriliyor,evet, "patron"un kim olduğu da. Onların üzerinden uçak yolcularına. Yolcuların ürkek ya da onaylar bakışlarıyla can sıkıcı etki ve stres katlanarak ezyete uğrayana geri çevriliyor.

Eziyeti yapan kim? Çoğu kez türkçe bilen, etnik alman olmayan görevliler. Entegre olmanın bedeli mi diyeceğiz buna, edilmemenin bedeli mi? Göçmen kökenli polis memuru etnik almanlara karşı tereddütsüz yaptırımda bulunabiliyor mu? Benzer hareketler almanlara, etnik alman polislerce bile olsa yapılabilir mi? Yapıldığında yapılmasını onaylatabilecek gerekçeler icat edilebilir mi?

Güvenlik alma'nın gündeliği linçle, tacizle karıştırılır oldu. Dünya daraltılıyor, bunaltılıyor, patronaja sokuluyor. Patronluklarından bize ne? Görevli memur neyi neden yaptığını bilir ya da bilmez, "yabancı" ya da alman bizi ilgilendirmez. Yaptıklarıyla dünya daha da geriliyor, daha da yaşanmaz hale geliyor.

Neden bağımsız aydın, kimselere karşı bir düşmanlığı olmayan insan, kendi halinde, işinde gücünde insan sanal çarmıhlara gerilir durur, mantığını anlamak zor. Bu kollektif mantığı. Yeni aidiyetlerin eskisinden tiksinti üzerine mi kurulması gerekiyor?

Polis memuru gülümseyerek selam verebilir, polis olduğunu ancak bir güvensizlik, ürkme olduğunda söyleyebilirdi. Oysa baştan güvensizlik yaratma, ürkütme çabasında.

Ben 30-40 saniye takılıyorum. Yolcuların yılamayacağı, şaşıramayacağı, yolcuların arasında olabilecek sömürge valilerinin aşağılayamayacağı kadar kısa bir süre.

Bu kadar itilip kakılan insanların, vebalıların yanına hangi "hakiki avrupalı" insan oturabilir, selamlayabilir? Derinleştirilen uçuruum büyük!

Kararımı veriyorum, pasaportu uzatırken "gate'im nerede?" ye cevap vermezse, teşhirciliğe, yol kesmeye devam ederse, elimde baktığı ama teşhri şeddelendireceği için arayamadığı ama aramaya can attığı kaç kontrolden geçmiş sırt çantamdaki kitapları ayaklarının dibine boca edeceğim "sizin olsun felsefeniz, bize insanlık yeter!" diyecek ve yürüyüp gideceğim. Gerisi kendilerine kalmış.

Hayat projemin "basit bir arama"yı protestoya, ayağı kayıp düştü beyin kanamsından gittiye, düzeysiz bir tırmanmaya dönüşmesini artık kaderime bıraktığım bir noktada, olup bitecekleri okuyarak, yapamadığı eziyet, etrafa veremediği acıyı içine gömerek, "Gate'in için sağdaki koridoru takip et, polis kontrolünden sonra aşağa doğru devam et!" dedi.

"Sağol!" dedim, arkamdakilerim jestlerimden anlayabileceği bir vurguyla, bu yol kesmeyi, bu teşhirciliği, bilinçle yönlendirilen taciz eylemini normal bir konuşma sanmaları, incinmemeleri için insanların. Bizde ve ülkelerde. Teşekkürün başka bir anlamı, rolü, fonksiyonu yoktu o noktada. O noktadan sonra.

Tırmanma göze alınamadı. Bu okundu. Demek ki bu kadar okunabiliyor insanlar. Bu kadar okunabilirken insanlar.

Maalesef Münih üzerinden bir uçak biletim daha var. Dünya basınında,insan hakları kuruluşlarında ne kadar tanıdığım isim varsa bilgilendirip son defa Münihten geçeceğim. Sakin, kendi halimde, sessiz. Yeni bir tacize şahit olduğumda bu iş avrupa mahkemesine kadar götürülecek.

Tacize uğramadan paçayı kurtarırsak, bir daha Münih Havaalanına uğramayacağız, ömür boyu. Uğramamaya ise şimdiden davet edeceğiz!

Ya apartheid, ya insanlık, ey Münih Halkı.

Yolcularına yapılanlar umurunda değilse, neden avrupadaki türklerin de havayolu şirketi olmaya kalkışırsın ey Lufthansa?