23 Şubat 2009 Pazartesi

"Kanlı Pazar"ı Savunmak, Olabilecekle Ceza'yı Savunmaktır! İşbirlikçilik Değilse!


Kimi neyi savunmuşlar Kanlı Pazarda?


Milliyeti mukaddesatı mı?


Sosyalizm gelecek din elden gidecek bunu engellemek için manda olalım, bununla da yetinmeyelim, sopa, balta, satır, bıçak şiş saldıralım denerek mi kutsallar savunuluyor? Yakarak, yıkarak, işbirlikçilik yaparak?


Kapitalizm eleştirilemez, biz zenginliklerimizle öbür dünyada tartılacağız denilmeye burada başlanılmıştır.


Sosyalizm gelir din elden gider diyenlerin o zamanlar önünde sultan Galiyev gibi bir örnek var, şimdilerde daha eleştirel değerlendirilse de.


Sosyalizmlerde dindarları ürküten bir şeyler yokmuydu? Elbette vardı. Sosyalistleri dahi ürküten şeyler vardı.


Fatsa'da tek tip insan önermeyen, değişik duruş, görüş, gelenek ve inancı yalnız bir arada tutabilen değil, tutmayı hedefleyen bir geleneğin bağımsızlık için yürüyüşüne karşı saldırıyı dinden mukaddesattan yola çıkarak meşrulaştırabiliyor bir yazarımız.


Soğuk Savaşın derin kurumlarında yer alabilirsiniz. Bunu üstelik para pul almadan da yapabilirsiniz. Hattâ o dönemler bunu içinizden bir şeyler koparak yapmak durumunda kalmış olabilirsiniz. Aradan yıllar geçti,kten sonra, pişkince katliamlara, pogromlara, saldırılara sahip çıkmak, tereddüt göstermemek, yanılmazlıktan konuşmak, dini savunmayı da yanılmayan, hep haklı, eylemleri tartışılmaz insanlara mal etmek ancak siyasi bir dinin, hattâ ancak ideoloji haline getirilmiş bir dinin ifadesidir.


Bizde peygamberler dahi insandır. Yanılmazlık, ölümsüzlük, tanrısallık iddiasında değillerdir.


Burada bir başka din anlayışıyla karşı karşıyayız.


Ben, bağımsızlık diye inleyen o samimi topluluğa azrail gibi dalmayı hiç bir ahlâka sığdıramıyorum. Karşısındakinin yanlışı kanıtlansa bile, kimse insanların, düşüncelerin, toplumların gideceği, geleceği yeri önceden sabitlecek, donduracak bir haktan konuşamaz. Böyle bir hukuk yok! Onca yangın, bunun üzerinde temellendirilmekte!


Mecdeli Magdayı taşlayanlar haklı olsaydı, O'na ömrünü bağışlayan bakış haklı çıkmazdı.


Peygamberine kılıç çekeni doğrayacak bir kültür olsaydık, en yiğitlerimiz saflarımızda olmazdı. Hangi seçilmiş halife canını yakana acıyarak bakmadı? Hançere sırt dönen taraf başka bir taraf, sırta hançerle dönen başka.


Kanlı Pazarda kan dökmüş, ama acı çeken kimseye bir kinim yok. Ölenlerle hepimiz öldük, öldürenlerle bir tarafımız katil oldu. Bunu temizlemeliydik. Temize çıkarmalıydık, insan olarak geleceğimizi. Ölenin ve öldürenin çocuklarının geleceğini.


"Gelecekte insanlar fikir değiştirir, hayırsızsa hayra meyleder, hayırlıysa şerre de meyleder" düşüncesinden değil. Onların savunduklarını savunma haklarından dolayı, kendi hayırsızlık ve hainliğimizi onlara yazmamamız gerektiğinden dolayı bunu söylüyorum.


Onların dedeleri Çanakkalede bizim dedelerimizin yanındaydı. Memleket için bir gelecek önerme hakları yok? Çünkü dinleri yok? Kimin dini yok? Sosyalist dinsiz de, Mandacı, İşbirlikçi dindar mı, vicdan sahibi mi, her yerde ve her daim hep haklı mı?


Her daim her yerde haklılık şirktir. Başkalarını ilerde yapacaklarından dolayı öldürmek tanrısallık iddiasındandır. Bu derece ileri gidilmiyorsa din adına, hakikatten yola çıkılarak konuşulmalıdır. O zamanlar, şuna şuna inandık, şu konuda yanıldık, şu konuda haklıydık demek dururken neden şirkin diliyle konuşmak?


Büyüklük taslamak, en iyi, en ılımlı anlamıyla dahi ne kadar dinle ve dinden savunulabilir?


Öldürülenler kardeşlerimizdi. Hepimiz bilmiyorsak bile, bağımsızlık düşüncemize karşı insanları silahlandıranlar, kışkırtanlar ne yaptıklarının pekâla farkında idiler.


Farkında olmayanlar şimdi farkındalar! Vicdanlarında yaprak kıpırdamayanları, insanlığa yüz çevirenleri yakalarımızdan silkelemeyenlere de veyl olsun!


Hiç bir haklılık, hiç bir kutsal değer başkalarının hak ve hukuklarını çiğneyerek, iftira ve kışkırtmayla, kan ve zulümle, yalan ve propagandayla ayakta tutulamaz.


Eğer bağımsızlık istiyorsan, karşındakiler de yanlış yolda ise, daha doğrusunu öner. Onlara yol göster. Zulme uğratma. İftira etme. Geleceklerini ellerinden alma. Yarın onların çocukları bizi işgale, sömürgeciliğe karşı savunacaklar. Yalancının, işbirlikçinin yetiştirdikleri değil!


Onlar, kendilerine zulmedenlerin çocuklarına bile analık babalık ettiler. Gelecek, diğerkâmların, çok bilmemişlerin, işbirlikçilikle kutsallarımızı savunabileceğimizi düşünmeyenlerin emekleri üzerinde yükselecek. Eğer adam gibi bir geleceğimiz olsaydı.


Ömerimiz ve Hamzamız zamanlarının zalimlerini, çokbilmişlerini hak ve hakikat adına konuşturmayacak bir hakikatlilikte kendilerini buldular.


Yanılanın, farklı olanın, bizim gibi düşünmeyenin cahil zulmüne karşı celâlleneceğimize; Zalim'in zulmüne, zulmü tutarlı bir biçimde uygulayan, savunan, meşrulaştıranlara celâllenelim, mümkünse, cesaretimiz varsa. Ama esaretimiz var. Zalim'e dahi isyan zulüm işi değildir. İnsanlık, işidir.


Yanılan, yanılgısını kabul eder. Farklı olanla ortak bir hukuk bulunur insanlık üzerinden, bizim gibi düşünmeyen, bunun farkına varır, ezberden değil, kendinden konuşur, yakınlaşır bir gün, arayışta olanlar . Sabredemiyorsan, kapışırsın, ama insanlık birleştririr, birleştiricidir.


Zulme tapınanı dost bilenin, zulme farklı önermelerle itiraz edene dünyayı cehennem etmesi, sadece ve sadece zebaniliktir!


Vicdansız , ahlâksız, insafsız insan yüzünü nereye çevirise çevirsin kendisini bulur. Her yer ben, her şey ben der.


Başkasını farketmek, onun dünyasını, taleplerini, itirazlarını, geleceğinin hikmetini de okumaktır. Kainatı okuyamayan, geleceğe cellat olmasın. Eleştirsin, önersin, kendini eleştiriye, yani Hakikatle düzelmeye açsın.


Önce 6-7 Eylül. Sonra Kanlı Pazar. Sonra? Daha sonra?


Hakkaniyet zebanilere çıraklıktan geçmiyor. Bu kadar gürültü, toz duman, ona yafta, buna yafta, sonra?


Tevazu diliyorum, zalimlerin çıraklarına, yarın Hakkın Divanında söyleyebilecekleri olsun istiyorum. Afeettiklerimizden ve affedilenlerden olsunlar. Yanlışta inat edip, sırlarını örten karanlık ve merhametli geceyi, başkalarının bedenlerinin ateşiyle aydınlatmasınlar.


Zulme kimse kapalı değil! Zulme ancak, hakikatle düzelmeye açık olan, yanılabilir olan, yanlış yapabilir olan insan karşı durabilir: Zulme karşı duruş, başkasını şeytanlaştırarak değil, önce kendi zulmünün önünü kapatanların duruşudur.


Yanılan da, çok bilmiş de, hançeri tutan el de, insana güvenen, rıza sahibi, cesur insanlar da bizim.


Ebu Cehilliğimiz, bilmediğimizden değil, bildiğimizi esir edişimizden, yani bilmeyi bilemediğimizden.


Ebu Cehillik insanın bir yanıysa, İnsanlık öte yanı. Kimsenin hatadan dönmemesini bekleyenlerden olmayalım. Yanılalım, yanıltılalım, önyargılarımızda.


Kınalı kekliği ürkütmeyelim, gül yaprağını yüksek sesle dahi dağıtmayalım, ama, solucanı, yılanı da çiğnemeyelim. Herkesin bir dostu, düşmanı var. Karganın yavrusu karga. Herkes için geçerli objektif nefret ve paspas etme objeleri aramayalım. Nefretimiz, yalanınımız, dolanımız, talanımız ayak altında dolaşır durur da mesele etmeyiz nedense.


Onlar, ipek donlarla, başkalarına çamur atan büyük arabalarla dolaşmadılar. Bıraksak belki dolaşacaklardı, belki dolaşmayacaklardı. Bilemeyeceğiz. Ahkâm kesmede bir hikmet yok. Bağımsızlık için kendi taburelerine tekme atan bir kuşağı sadece kucaklıyorum ve rahmetle anıyorum.


Bağımsızlık, öncelikle düşüncede bağımsızlıktır: Zincirlerini kıran, yalanla yaşamayı terkeyleyen insanlığın özlemiyle.


Zincirden boşalmış zulmü alkışlayan, ve zulme karşı koyanın hayatını karartan bizden değildir, değildir de haksız, hukuksuz da değildir.


Zalime çıraklığı marifet bilen, affedilebilirliğe inanmayan bir kardeş gibi.


Meşru müdafaayı savunmadığınızın farkında mısınız Ey İnsanlar, İnsanlarımız?



18 Şubat 2009 Çarşamba

Yeni Şafak Vadi?

Garih Cinayetiyle ilgili bir haber gördük Yeni Şafak'ta.

Zanlı, kendisine bir video gösterildiğini söylüyor. Garihin nasıl hançerlendiğine dair. Ve ortada bir resim var. Bu resmin Zanlı'nın anlatılarından yola çıkılarak çizildiğini çıkarıyoruz Ya polisin çizerlerinin modellerinden esinlenilmiş, veya doğrudan onlardan alınmış, ya da sorgu, itiraf tutanaklarından yola çıkılmış. Masum olduğunu iddia eden zanlı, videoda izlediği cinayetin bir tapınakta vuku bulduğunu ifade etmiş olmalı böyle bir resim çizilebildiğine göre.

Ne var ki, resim, kurtlar vadisi dizisinde Baron'un öldürülme sahnesinin de bir kopyası. Gönderme falan yapılmıyor. Aynen o, simgelerde tasarruf yapılsa da, tasarruf edlmiş simgeselliğe atıfta bulunulmuş. Ya Kurtlar Vadisi senaristleri bu cinayetin ayrıntısını biliyorlardı, ki bunu iddia etmek saçma olur, Kurtlar Vadisi bir belgesel değil, fiktif sanat eseri. Olanın değil olabilir olanın, başka türlü düşünülebilir olanın dünyasından. Hakikat iddiasının olması ne bir belgesel olmasını gerektirir, ne de gerçek cinayet şemalarının kullanılmasını.


Yeni Şafak editörleri, Baronun ölümü sahnesi üzerinden cinayete baronluk kavgası arkaplanını yazmış oluyor.

Dizideki Baron'un Garihle alâkası yok. Karahanlı, içeri alınanlardan çok içeri alınanların içeri alınmasından rant sağlayacak olanlarla ilintili bir fiktif şahsiyet. Ancak dizinin anlaşılma dünyasını fiktivitesini kaybettirerek realiteye kaydırmak, realiteyle örtüşme noktalarından sembolik aktarımına girişmek Yeni Şafağın amacını da aşıyor olsa gerek.

Bu cinayette yara izlerinin tahlili ile bir ülkenin imzasını okuyan; kimsesizlere yardımdan başlayıp dul kadın semboliğine kadar göndermede bulunan "komploteorik tahlil" ya da kulağa kar kaçırmalara şahit olduk. Son dönemdeyse çocuk kaçırma iddiası, video, tapnıak iddiaları gündeme getiriliyor. Doğru ya da yanlış, bir şeyler söyleyebilecek durumda değilim. Ancak, ortalık da toz duman, içinde hakikat de polsa, apaçık bir propaganda savaşı da gözümüzün önünde cereyan ediyor. Adaletle, hakikatle ezberimizin düzeltileceğini suçsuzları zan altında tutmamızın önüne geçileceğini ummaktan, ve bu toz dumandan insanlığın zarar göreceğini söylemekten başka yapabileceğim bir şey yok.

İşe kimler, neler karıştırılmadı ki? Fevzi Çakmak. Fevzi Çakmak'ın Şeyhi. Eski devlet erkanının kuruluşuna bulaştığı tarikatlar ağı. Çift kimliklilik meseleleri. Ve şimdilerde belki de yeraltı dinleri, kışlalar, morglar. Korporativist bir oligarşi. Vesaire vesaire.

Hakikat ortaya çıkmalı. Ama bu gözümüzün önünde tepişerek ortaya çıkarılabilecek bir şey değil. Soruşturmanın sağlığı açısından değil yalnız, sis tabakalarını katmerleştirmemek için de basın eleştirel ama dikkatli olmak zorunda. Basın ahlakının gerektirdiği, hukuka ve hakikate saygının gerektirdiği bir dikkat, elbette.

Bırakalım, soruşturmayı yürütenler ortaya bir iddia koysun. Mantıkla, narrasyonla, fiktif destekle isteyen düşünsün sorgulasın. İyi bir detektif romanı/dizisi olacak şey, olan bitenin hakikatle alâkasından farklı düzeyde hakikat iddiasında bulunur. Ne spekulasyon, ne de hakikate destek için propaganda aydınlatıcı olacaktır.

Yalan, dolan, talan demiyorum hiç bir iddiaya. Bizler polis, detektif değiliz. Vatandaşın, gazetecinin hakikati araması, sunulanları kurrcalamak ise elbette nafile değil.

Herşey mümkün. Teorik olarak. Ama balıkları da kavakta tahayyül edebilecek olan bir mantıksal olabilirlikle yargının işaret edeceği hakikati, ve daha sonra vicdanın hakikatin kendisinin işaret edeceği hakikati karartmamak gerekir.

İddiadan emin bile olsa bir gazete kaynak göstermek, illustrasyonları birtakım belge kanıt ve kaynaklarla açıklayıcı notlar koyarak, hazır sembolikleri ve semboliklere yönlendirmemek zorunda.

Propaganda ile gazeteciliğin, gazetecilikteki hakikat iddialarının arasındaki duvar şeklen ince olabilir. Ahlâken bu incelik çok keskin. Herkes, Asker, Polis, hukukçu, Gazeteci, Aydın, Tabip kendi mesleki deontolojilerinin, ahlakîn buyurduğu inceliklerinin farkında olmak durumundalar.

Gazeteci tüccarlaşması, dindarın zenginlik peşinde koşuşturması, bilim adamının ideolojye, bürokratın darbeciliğe kapılmasıyla açıklanamayacak bir postmodern hal ile karşı karşıyayız.

Postmodernistin somut koşulları titizce kurcalayan nominal ahlâkını da yok saymaya mwyl etmekteyiz.

Hiçbir kuruluşun, duruşun melekler kadar saflığına, ya da karanlık oluşununa somut bir günahsızlığı ya da suçu yazarak, adaleti hakim kılma şansımız yok.

Eleştiri, "ideolojik mücadele", hakikatin ve hakikatliliğin sınırlarını zorlamamalı. Dost için de, düşman için de, aldırmadıklarımız için de adalet! Yoksa adalet diye bir kavramdan geriye birşey kalmaz!


Yeni Şafak son zamanlarda kendi yayıncılığı dışında çok şeyi eleştirmekte. Telekulağın yarattığı dehşeti, giderilecek bir paranoya olarak gören milletvekillerimize, bunun bir kıyamet alameti kadar önemli bir iddiadan kaynaklandığını söyleyecek, pedagojik, didaktik, kolluk kuvvetleri de dahil bir takım kuvvetlere destek verici propagandif bir hafifliğin hakikat algısını ve eleştirel bir diskuru ortadan kaldıracağını anlatabilecek düzeyde toplum kuramcıları kendi yazı kadrolarında mevcut.

Hakikatlilik sabır işidir. Dik duruş, sözünü esirgememe hakkaniyetin yanında küçük bir ayrıntıdır.

Basın mensupları gazeteciliğin mesleki ilkelerine geri dönmeli, mutfak, yazıp kaybolan kadrodan daha ince eler sık dokur olmalı, en azından yapılabilir olduğu kadarıyla.

Yapılabilir olduğu kadarıyla diyorum, bunca önemli aydın, geniş kadrolar, teknik imkân ellerindeyken memleketin tüm entellektüel spektrumu, bürokrasisi, antibürokrasisi hakikatle kendini düzeltmeyi bir türlü akledememekte, ne yazık ki.

Memleketin ve insanlığın iki yakasını eleştirel bir diskurda bir araya getirmekten bizi vazgeçirebilecek hiç bir kutupsallık olmamalı. İçindeysek, dışına çıkacağız. Hapisanemizden, prangalarımızdan kurtulup hür oluştan konuşacağız, dost kayıran, düşman kovalayan şaşkınlıklardan değil.

Ancak hakikat özgürleştirir. Sarsılmaya, kendimizi hakikatle düzeltmeye açık olmadıkça insanlığa sunabileceğimiz bir şey var mı ki, Efendim.

Germir Bağları

Germir Bağları bir hayattan söylenecek parçalardan birisiydi. Son zamanlarda yeniden çalınıp söylenmeye başladı. Tek tek yorumları ele almak istemiyorum, hepsi birbirinden yola çıkmakta. Söze yapılan müdahalelerden, melodik atakların kaybolmasından, ifade patlamalarının törpülenmesinden, tavrın sürmelileri kavramadan sürmelileştirilmesinden aşikâr. Dert anlatma, paylaşma, ifade yerini "cover" icrasına bırakmış Sıkılanlara çeşni olmalı.

Söz'e müdahale dedik. Geleneğe hakimiyetle olmalı bu olacaksa, unutkanlık ya da yakıştırmalardan değil. "Ben bu yola başkoydum"daki "ben" çoğu icrada atlanmış. Tevazu işi değil, oradaki expressivitenin kaldırılmasına yol açacak bu müdahale. "Arabaya taş koydum"da vurgu tambura gövdesine vuruşla (makara atarak?) güçlendirilirdi, "Ben bu yola" da ustalar hiç bir sözcüğe ağırlık vermezler, ancak ifadeye kesinlik koyarlar, dinleyicinin beklentisini "başkoydum" ile koparırlardı.

"Boynuma boynuma dolar ağlarım"ı da kim icat etti? "Boynuma dolar, dolar ağlarım" olarak söylenirdi eskiden. Kayıtları, noter tasdikli kopyaları , folklor dermeklerini falan boşverin. Ustalara dönüp bakın. hafızanıza, halkın bir zamanlar nasıl söylediğine ve dinlediğine geri dönemiyorsanız. "Bakarım bakarım, erimez" demiyorsunuz ama? Kalıp daha kesin olarak kendini eleverdiğinden mi?
Bir parçayı "burası Huştur" diye birisi söylese yeterli, kulak kabartmaya yeter, bazan mantık değişiklikleri orijinale götürür, düşündürür, kurcalattırır ve saire ve saire. Burada Muş Huş meselesi de yok. Tanpınarın bir şiirinin kötü okunuşuna benzer bir durum var, bedbaht edici, bu "boynuma boynuma" dolamalarda. Orada boyun değil, dolanan saç var ortada, dostlar. Doluyor, doluyor ve ağlıyor aşık. Ama fiil öne çıkarılmıyor, saç simge olarak öncelikli burada, boyun'daki çağrışım yükünü öne çıkaracaksanız, bilerek yapın. Kendinizce düzeltme yapıyorsunuz, ama şiirin ritmik karakteri, ifade akışı, söz ve vurgu yapısı dümdüz ediliyor. İcra etmeyin, yeter! İfade edin, kendinizi, hayatı, bir sözü, verilmiş sözü. Sözün arkasında duruşu. Aşkın arkasında duruşu.
"Gözümün yaşı durmuş iken, yine başladı" dilekçe mi, metoroloğun, gazetecinin rapor edişi mi? "Gözümün yaşı durduydu, yine yine başladı"dır, bazan "dindiydi"dir, çeşitlemeler, değişik versiyonlar elbette mümkün.
"Yine yine"yi düzgün vurgulayan, Tanpınarı da rahat okur, bu arada. Bu halkın okuyup yazabildiğini ne hallere sokuyorsunuz ey okumuşlar, mektepliler!
Germir Bağlarına dönersek: Ahmet Gazi Ayhandan (Kalan Arşiv) dinlemenizi ve üzerinde düşünmenizi, tavrı, parçanın dinamiğini incelemenizi öneriyorum icracılar. Onun "Yarim İstanbulu"da yaptığını kopyelememeniz, bir nüktesini tüm zamanlar için yanlışa çevirmemenizi de diliyorum. O seçkideki Kırat Bozlağına dikkat edilmeli. Herşey sesle yapılan nakışlar, netlik, makam/ayak dışı ses çıkarmamak değil. Müzikal ifade, şiirsel ifade, ifade dinamiği, prozodinin pragmatiği duruş ister. Ve bir hayatın mütevazı iddiasını, iddialılığını. Germir Bağlarında Ayhan çok başarılı. Bunu kendinize de maletmekle bir hata işlemiş olmazsınız. Sonra "sound"la, nüansla, ses genişliğiyle falan oynayın.
Başarılı, tutturulmuş bir "sound kıvamını" ve müzikal ifadeliliği terketmektesiniz. Frekansları , müzikal işlemeyi yaymak ve bir birinin üzerine yoğurt gibi boşaltmamak ancak söylenecek bir sözünüz olduğunda, yani bir söylenmişi boğmadığınızda, dimdik duran bir hayatlılığı mıymıy bir ruhla devirmeye kalkışmadığınızda bir işe yarayacaktır.

Karşınızda yiğitçe duran insanlar var. Aşıklar var. Halk var. Unutmayın. Dert anlatamıyorsanız, dinleyin. Anladığınızı ifade edin. Ama ederken de dik durun. Omuz düşürmeyin!

17 Şubat 2009 Salı

Ne Encümen-i Daniş, Ne Abant konferansı, Bir Elde Cımbız, Bir Elde Ayna?


Konuşan konuşuyor. Konuşsunlar. Ama herşey konuşuldu sanıyorlar. Herkes konuşmadı, biliyorlar.


Bizim nesil hâlâ konuşamıyor. Söz hakkımız yok. Bağımsız Aydın konuşamıyor. Söz hakları için kılınızı kıpırdatmıyorsunuz. Bir nesil yurtdışında temizlik, taksicilik, büyük şehirlerimizde dolmuşçuluk yapıyor. Herkes uyanık değil. Çalışmaktan, alınteriyle geçinmekten başka birşey yapmasını bilemeyenler var, hâlâ. Dergilerinizde, gazetelerinizde aynı hikayeleri tekrarlayıp duruyorsunuz.


Oysa, memleket entellektüel bir iç savaşın eşiğinde. Güvensizlik, ayrışma, alışverişsizlik had safhada.


Kürsülerinizi mi koruyorsunuz, bizlerden? Derin fikirlerinizi mi? Yokluğumuzda gelebildiğiniz, kafa patlatmadan, ter dökmeden ulaşabildiğiniz ünvanlarınız, kürsüleriniz, dergileriniz, sütunlarınız, kongre ve konferanslarınız sizin olsun.


İtirazı bilen, ama söz hakkınızı da savunmuş bir nesli parya ettiniz kapınızda. Sırt dönücü aydınlar, ben söyledim olducular, eşik bekçileri yetti artık!


Evet şimdi tartışmaya gerek yok! Dinleme ortamlarıyla, günah keçileriyle, tartışmaya kapalı dergi ve gazetelerle, polisiye önlemlerle, ihbarcı gazetecilikle eşitlik hürrüyet ve demokrasi kuruluyor. Ya anlayacağız, onaylayacağız, seveceğiz, ya da terkedeceğiz.


Kimi nerden kovuyorsunuz? Sizler kimsiniz?


Toplumda telekulak yasasının oluşturduğu paranoya diyebilen insanlar mecliste olabilir. Herşeyi duyan, bilen gören , üstelik gece gibi başkalarının kusurlarını örtücü olmayan bir linç kültürünün ürkütücülüğü birilerine çekici gelebilir. Kıyamet alametleri boyutundaki müdahaleler işinize geliyor olabilir. Mağdurluğun bittiği yerde zalimliğin başladığını düşünebilirsiniz.


Sizler gibi düşünmeyenler var, hep oldu, hep olacak!


Önceliklerinizi görüyoruz Ey Abantlılar! Önerdiğiniz ilişkiler daha düşük boyutlarda da olsa zaten mevcut. Dediğiniz yapsak da yapmasak da, artık bir toplum değiliz, ayrıştık, ayrışmaya devam ediyoruz. İletişimin kanallarını tasfiye etmektesiniz!.


Bizler, toplum olarak kurumlarımızın arkasında değiliz. Konuşmuyoruz. Koklaşmıyoruz. Anlaşmıyoruz. Kolay ya da zor gerçekleştirilir bir takım önerileriniz, işleriniz, alakalarınız var. Size kolay gelsin, bizsiz yaşamak. Ama biz, nasıl bir toplum olacağız tartışmak istiyoruz, kürsülerinizin arasında, dar da olsa, itip kakaladığınız aydınlara da yer açmak durumundasınız, meclislerinizde yer açmak durumundasınız, bu toplum tartışmak istiyor, anlamak istiyor. Aklı selim düzeyini yakalamak, alıteriyle yaşamak, eserleriyle ölçülmek tek kale oynanacak bir oyun değil. Sözünü tutarak yaşamak o kadar zor değil.


Ey Encümen-i Daniş, Ey Meclis, Ey TUSİAD, MUSİAD! Bugüne kadar konuştunuz, hep konuştunuz, hiç başkalarının itirazları aklınıza gelmedi mi, gardroptaki cesetler ayaklarınıza dökülmedi mi?


Kuşakların suskunluğu üzerinden konuşuyorsunuz, Kanlı Pazarlardan, Maraşlardan, Çorumlardan, Sıvaslardan söyleyeceği olanları bastırıyorsunuz.


Artık vatandaşlık diye bir kavram aklınıza gelsin! Bu ülkenin dik durmuş insanları, çalışanları, ayakta tutanları, sessizleri, susturulmuşları, dilsizleri ne demek istiyor bir dinleyin. Allahaşkına artık biraz dinleyin!


Toprak kabaracak, insanlar sizlere sırt dönecek, bu kadar fransız kalmayın kaderiyle bu kadar alâkâlı olduğunuz topluma!


Biz sizler gibi değiliz. Yalnız olmadığımızı biliyoruz. Hukuk herkes için işler. Bizim için işletmediğiniz hukuk, tutmadığınız sözler, korumadığınız söz hakkımız size intikam olarak dönmez. Ahlâk karşılığını vermeyene de düzgün davrananın kalesi.


Ahlâk bizim kalemiz. Sizler duygusuz toplum mühendisleri gibi konuşmakta özgürsünüz. Entellektüel, kaba, buyurgan ya da populist.


Bizler konuşmakla, anlaşmakla, koklaşmakla, tartışmakla, daha iyi gerekçeye, daha ahlaklı duruşa, daha meşru çıkış noktasına açık olarak toplum oluyoruz, insan oluyoruz.


Degileri kapatın, manifesto yazın, ihbar edin birbirinizi, hepimizi. Bizim dışımızda herşey demokrasinizi kuran. Düşünceleriniz buyruktan kamçılar gibi. Buz gibisiniz. İçimizi ısıtamıyorsunuz. Bir gün selâm verdiğinizi ertesi gün tanımıyorsunuz. Başkalığın avukatısınız, başkalığımızı paspasınız etmektesiniz.


En zor zamanlarımızda dahi sizleri düşündük. Elimizdeki avcumuzdaki herşeyi, bildiğimizi, kalbimizi hepinize açtık. İşimizi bizden daha iyi yapacaklara bıraktık başka dünyalar açtık.


Biz çetin, zor, pis ve aşağılayıcı olandan şikayetle dönmedik. İnsan olarak, olgunlaşarak döndük.


Mağdur değiliz, çilesiz aydın olunmuyor. Hakikatsiz insan olunmuyor. Eleştiriye, itiraza, yanlışlanmaya açık durmadan bilim adamı, ana baba, çoluk çocuk, şöfür, kapıcı, hiçbirşey olunmuyor. Ama siz, ben yaptım olur diyorsunuz. Olmuyor. Olmayacak.


Yine bu toplumu bizler omuzlayacağız. Bu toplum bizleri omuzlayacak. Yüzlerce fikir tartışılacak. Binlerce çiçek açacak!