23 Ağustos 2009 Pazar

Demokratik Açılım Ne Kadar Demokratik?

Bilmediğini eleştirenleri, bilmediğini eleştirdiği için eleştiren bir eleştirelliğimiz var.
Peki başından beri bilen, gidilecek yeri tüm süreçlere katılarak bilecek olan, bilerek savunan, savunacak olan kim var?
Hükümet? Devlet Zirvesi? Entellektüel iddialı korporativist kuruluşlar?
Bir şeyler bilen gerçekten var mı? Bu kararlar nerede nasıl alınıyor, sonuçlara nasıl varılıyor? Özlemler kimlerin özlemleri? Verilen kararların kendini bu işe adamış takipçileri kimler olacak?

Bilmediğini savunan, bilemdiğine güvenmesi gereken aydından, bilmediğini savunma cesareti gösteren basından, toplumun özlemlerini toparlayarak ve toplumun önyargılarını deşerek ilerlemeyen bir siyasetçiden neler bekleyebiliriz?

Nereye varacağını, nerede duracağını bilmediğinden çekinenleri topyekün demokrat olmamakla suçluyoruz. Açık bir paketi savunanları gözümüz kapalı demokrat mı ilan etmemiz gerekiyor?

Açık paket, tartışmaya, işlemeye, üzerine emek vermeye açıksa evet demokratik olarak nitelendirilebilir. Ama bu açıklık nerede ve nasıl tartışıldığını bilmediğimiz bir geliştirmeye, planlamaya ve tasarıma gönderme yaptığında pekala kaygı duyabiliriz ve bu cins açıklığa korporativist bir içerik yazabiliriz, haklı olarak.

Devletin Zirvesinin onay vermesi paketin nasıl geliştirildiğine ve ilerletilip işleneceğine dair kaygılara cevap verildiği anlamına gelmez.

Gelişmeler sürecin çeşitli aşamalarında demokratik prensip, pragmatik ve işleyişin meşruiyet testlerinden geçirilemeyecek gibi görünmektedir.

Irak'a da demokrasi "getirildi". Bu bir gün gerçekten de demokrasi olabilir mi? Evet, mümkün. Ama tüm toplum için ancak sonuçta bu söz konusu olabilir. Yani, baştan itibaren getirilen, bazı kesimler açısından demokratik de olsa toplumun toplamı için bir işgal, yağma, ve talandır. Herkes memnun edilemez mantığı, bu işlerin böyle yürüdüğünü ve yürüyeceğini kabul ediş, sonradan demokratik yapılara varılabilecek olsa da, başlangıçtan itibaren sürece yüklenmiş varılmama, hedeflememe, gerektiğinde engelleme opsiyonlarını görmemezlikten gelme eğilimindendir.

Demokratik olanın işe geldiği gibi olmaması, "getirenin" herhangi bir anlamda zararına da olsa işletilmesi, risk tasarımının arkasındaki kararteorisinin ve bundan yola çıkan hesabın açık tutulması gerekir.

Demokrasi "getirilir" mi? Getirilirse kim getirebilir? Getirmek nerede ve nereye kadar meşrudur? Getirmek hangi anlamlarda götürmektir? Yarım bırakılacak tartışmalara taraf oluyoruz.

Türkiyenin sorunları ciddidir. Ülkemizin demokratik, eşitlikçi, dayanışmacı bir yapıya kavuşması elzemdir. Ve her dediğimiz, diyeceğimiz tartışmaya açıktır. Demokratik bir toplumda, yapılanlar, düzeltilmezlik ve geridönülemezlik aldımgötürdümcülüğüne kapalıdır.

Ancak, bazı adımlar kurucu konsensusları yeniden yapılandırmak olduğunda, üzerinde sık oynanamayacak, tüm toplumun çivilerini yerinden oynatan adımlar atıldığında, toplumun bütünü angaje edilmelidir. "Seferber edilmelidir" demiyorum, eskiden kullanılan "mobilizasyon" kavramı bugün "militarist" bir dilin ifadesi olarak görülebiliyor. Önemli olan, neyi içerdiğidir, neyi önerdiği, "ne"den yola çıktığıdır. Demokrasi için "seferberlik" haklı nedenlerle gereksiz ve populist de görülebilir bugün. Ama her anlamıyla temelsiz değildir. Tartışılabilir.

Toplumların yeniden yapılanmalarında toplumu ayağa kaldırmanın "sakıncaları" olabilir ve bu yüzden demokratlar farklı çizgiler izleyebilirler. Kabuledilebilirlik ve meşru davranış çerçeveleri oldukça geniştir, aslolan toplumsal dayanışmanın yeniden şekillenişinin katılımcı bir yol izlemesidir. Demokratik bir yol izleniyorsa. Şark despotizmi, sömürge demokrasisi gibi tuhaf şeyler önerilmiyorsa.

"Toplumun bütünü" ile kaygıların çeşitliliği, sorunların çeşitliliği, tasarımların takip edilebilirliği, anlam alanlarının çok katlılığı işaret edilebilir. Demokrasiyi herkes meydan demokrasisi olarak görmeyebilir. Ancak anlayış farklılıkları arasında geçişlilik olmalıdır. Meşruiyet kanalları özelleştirilmemeli, yani başka kesimlere gayrımeşru kılınmamalıdır.

Kamplaşmalar, kutuplaşmalar, çatışmalar olduğunda ve meşru olması gereken gayrı meşru görüldüğünde, merkeze alınacak olan, keyfi ayrışmalar değildir, sorunçözümlerinde, pragmatikte ve katılımda açıklıktır. Mutlak örtüşmeler, uzlaşmalar değil, herkese açıklık söz konusu olmalıdır.

Anlaşmazlıklarda "tasarımsal inadı" meşru kılabilecek tek şey katılıma ve meşruiyet sorgulamalarına açıklıktır. Çatışmaları ve anlaşmazlıkları körüklemek, dayatmacılık, ikna edilmemeleri gerekiyormuşçasına toplum kesimlerini kenara almak, demokratik meşruiyetçilikle çelişir.

Aydınlanmış dayatmacılık ihtilalcidir genellikle. İhtilalci olmadığında da "ilerici" gibi nitelendirilen, demokrasiyi hedefleyebilen antidemokratik duruştur.

Demokratik Açılımımız ve "önümüze çıkan fırsatlar", hatta "son fırsat"ımız nedir, açıkçası ben bilmiyorum. Haberim yok. Nerede tartışılmış olduğunu, hatta tartşılıp tartışılmamış olup olmadığını anlatmaya niyetli kimse de yok, etrafta.

İçinde yaşadığımız ülkenin, etrafımızdaki ülkelerin ve tüm dünyanın ağır sorunları var, bunu biliyorum.

Her türlü kaygıyı anlıyor, demokratik dayatma olduğu sanılan şeyin içinde sosyalize olduğumuz demokratik dayanışmayı zayıflatıcı olduğunu görüyorum. Yine de bize düşen, sorunçözümünden, tartışmadan, öneri ve itiraz alışverişinden yana olmak, toplumu meşruiyet çizgisinden uzaklaştırmamak, anlaşmamazlıklarda demokrasinin işletilebileceğini göstermektir.

Yeniden kuruluşu, yeniden şekillenişi söz konusu ettiğimizde daha yapısal, daha temelden, daha kurucu bir dayanışmadan yola çıkılması gerektiğine inanıyorum. Demokratik olmayı beceremeyen bir demokratlık iddiasını demokratikleştirip demokratikleştiremeyeceğimize peşin hükümlerle cevap vermek istemiyorum. Önyargılarımın hakikati vardır belki, ama, demokratik tartışmanın kanallarını kapatan bir demokratik iddia ile karşıkarşıya da olsak, daha çok ter dökmek, daha çok emek vermek zorundayız.