8 Eylül 2009 Salı

Muhafazakârlaşıyor muyuz?


Muhafazakârlaşıyor muyuz?

Nerde! Keşke! Nereden çıkarttınız bunu?


Gazeteler öyle söylüyor.

Gazetelere bakmayın siz. Tersi geçerli. Hiç bu kadar hayat tarzsız, geleneksiz, ölçüsüz, egoize edilmiş sosyal dayanışma görmedik. Birinci Cihan harbinden sonra da benzer bir dönemimiz oldu. Nedense bilinmiyor. Hatta daha beterdi gündelik uzantıları, ancak itiraz da vardı, karşı tutumlar canlı ve çekici idi. Toplumsallaşma kanalları sarsıntıya uğrasa da devam ediyordu.


Cumhuriyetin kuruluşu bir toparlanma getirdi demek istiyorsunuz?

Evet. Aynen. Sanıldığı gibi "asrilikler"in, karikatürize ettiğimiz, bazan hicvettiğimiz, olayların ötesinde etkileri oldu. Toparlandık. Gelecek için angaje olduk. Herkesi kapsayabilecek, daha uzun süre devam edebilecek ivme çeşitli nedenlerle frenlendi, isterseniz bu konuya girmeyelim. Cumhuriyet aileyi, eğitimi, gündelik hayatı toparladı. İnsanları angaje etti. Toplumsal ahlak işler hale geldi. Toplumsal diyorum, bireysel eylenir veya karar verilir, ancak meşruiyet iddiaları ve ahlak düşüncesine açılan "ahlaki dayanışma" çok karmaşık toplumsallaşma süreçleridir. Evi vicdan görünse de, bahçesi kültürdür. Cumhuriyetle panik, korku pragmatiği, güvensizlik ve gelecek tasarımsızlığı ortadan kalktı. Cumhuriyetle imkanlar ne kadar dar olursa olsun, insanlar kendi geleceklerini de tasarlayabilecekleri, uzun vadeli düşünebilecekleri bir ortama kavuştular. "Yeni" bir bireysel duruşun, vatandaşlıktan bakışın önü açıldı. Vatandaşlıktan bakış aslında osmanlı döneminden de miras kaldı. Çoğul dispozisyonlar sözkonusu idi, içiçe. Aidiyet, özdeşlik, kimlik, vatandaşlık çok boyutlu toplumsallık kesitleridir. Anlam ve vurgu değişse de, bazı şeyler derinlerde akar. Bilim haline getirdiğimiz bakış tarz(lar)ı tüm insani kurumlaşma ve ihtiyaç spektrumunu kapasamaz. Anlaşılır kılınamayan, ihmal edilen, hatta bazan problematize edilirken ihmal edilmesi gereken kurumlaşmalar, yapılar vb, gelecek herhangi bir bugünden bilinmediğinden , anlamlandırılamaz, önemsenemez, kavranamaz. Bireyin, insanın oluşumunu/hayatını/şekillenmesini gözlemleyebildiğimiz halde, insani hayatın boyutlarını makaslamaya, basitleştirmeye ve böylelikle kontrol altına almaya kalkışabiliyoruz. Yani hayat hikayelerini bildiğimiz halde, hayatta şekillenmeleri adeta küçümsüyoruz. Aslında indirgemecilik, insani minimalizm, cehaleti halının altına süpürmekten ibaret. Kandırmaca değil, karmaşık olanın tutarsız ve omurgasız görülmesi ile de alakalı. İlkel pozitivist dönemden kalma bir pratik. Fakat tamamen de o yüzden değil. "Bir şey olmaz"cılıkla yapılıyor çoğu ülkede binalar. Kurumlar. En gelişmiş ülkeler bile savaş ilan ederken hakikat analizlerinin üzerinden atlıyorlar. Hakikatle düzeltilmeleri, rakipsizlik ve karşı insiyatifsizlikten. Bazan karşı sorumluluklardan. Karıştırmayalım daha fazla.


İnsanî minimalizm dediniz, açar mısınız?

Marcusenin Tek Boyutlu İnsan'ı da bir yere kadar bu kavramın içini doldurabilir. Kolaylık olsun diye söylüyorum. Ama benim açımdan, yetersiz, hatta Marcuse bile benim bakış açımdan bakılırsa, minimalist. İnsan olduğu, olabileceği ile, imkanları ile ele alınmıyor. Buraya kadar Marcuse ile beraberiz. Kavramla insana, topluma gittiğimizde, inşa işine başladığımızda insan bir olması gerekende şekillendiriliyor. Düşüncede ise bu şekillendirme, sorun teoriyle praksis ve fronesis arasındaki alakadaki tıkanıklık, daraltma ve hakikatinden koparma olmasa da yerinden oynatmaya, insanı insani boyutundan teorik anlamda da olsa kaydırmaya yol açıyor. Marcuseyi ilerde tartışalım, onu bir karikatüre dönüştürmemek, hakkını vermek için. Bu şekillendirme, budama pratikte, uygulamada ise özgürleşme ve emansipasyon iddialarıyla bile hayata geçirilse, filizsiz, dalsız, budaksız ağaçlardan, keyfi "gerekirlik" süzgecinden geçirilmiş birarayagetirişler'de söz konusu oluyor. Bir ara sormanlardaki çeşitliliğin, başka müdahalelerle canlı varyasyonlarının seyreltildiği, çürüme ve doğal ölümün ortadan kalktığı, ekolojinin ancak mühendislik bağlamında ele alındığı, orman "sisteminin" tekilleştirilmiş de olsa açık uçluluğunda düşünülemediğinde olduğu gibi. Şimdilerde bir kaç kütük, doğal olarak, yaşlanmaya, kurumaya, kırılmaya, devrilmeye çürümeye bırakılıyor, lütfedilip. Dikkat edilirse doğa toplum analojisi yapmıyoruz burada. Bilimcilik at gözlüğü gerektiriyormuş gibi görünüyor. Daha genel konulara geçsek? "Kuramsal Felsefenin" ya da Toplum Kuramı'nın çetin gerekçelemelerine başvurmak zorundayız, fazlasını söylemek "dogmatik kaçacak".


Bu söylediklerinizin ışığında yeniden soracak olursak ...

Hayır! Muhafazakârlaşmıyoruz! Çözülüyoruz! Muhafazakârlaşma sanılan şey sadece en kibar formülasyonuyla, bir sırt dönme biçimi, eğer han-ı yağmada bir dispozisyon değilse.


Sanırım bu sizi korkutmuyor?

Olmayan bir birlik çözülüyor. Yerine bir başkasını önermek durumundayız. İşin hakikatini önemserseniz, ortada korkulacak bir şey yok. İsteyen istediği kadar manipule etsin toplumsallaşmanın kurumlarını, hakikatin emrettiğine kulak verirseniz, yani görürseniz, okursanız, indirgemezseniz, kapıp götürmezseniz, paralel akan bir hakikatlilikle, dayanışmaya hazır oluşla buluşursunuz her daim. Gentekniği ile hibrit bir insan nesli orataya çıkarılmadıkça haksızlık, hukuksuzluk, insanfsızlık tutmaz. Her daim yeni köleler, daha az eşitler "imal" edilir, edilecektir. İnsanlıktan efendiliğe geçmeyi seçmeyecek bir ahlak ve ahlaklılık direnecektir buna. İnsan dayanışmada insan olur. Toplumsallaşma süreçlerinin bir adı zaten toplumsal dayanışmadır. İnsan bir dayanışmadır! İnsanlık dayanışmadadır.


Sorunlar az değil?

Birikiyor, evet. Felsefesiz, arifsiz, insansız, insafsız da olmaz! Sorgulayıcı olmak, insanlığa/insanlığımıza sadakat işidir. İnsanlıkvazifemizdir. Sadece insan değiliz, olmak da zorundayız. İnsan oluş herşeyin üstüne çıkmak için olamaz. Sorumluluğuna varmak, ezmemek, çiğnememek içindir öncelikle. Çiğnenen bir yerde isyan eder. Çiğneyen isyan ettiğinde; çiğnemeye, çiğneyenle yer değiştirmeye itiraz ettiğinde; insan oluşunda karar kıldığında neler olmaz! Sorunlar doğal afetlerden, kontrol edilemez güçlerden kaynaklanmıyor şu anda, insanlığın hallerinden, tutumlarından, hayata düşmanlığından kaynaklanıyor. İnsan herşeye çare bulamaz. İnsan ulaştığı yere tutunamaz. İnsan biteviye koşuşturmak durumundadır. Bu boş ve boşuna değildir. İnsanlığın hayatı budur. Felaketlere karşı bağdaşık olma şansımız yok. Göğüsleyeceğiz, dayanışmada kendimizi bulacağız, her seferinde.


Muhafazakârlık gibi görünen şeye Muhafazakârlığı tercih ediyorsunuz?

Evet ama, o kadar basit değil. Hangi anlamıyla muhafazakârlık? Bir temkinlilik, ölçülülük anlamında muhafazakarlığı toplumsal hayatta önemli bulurum. Ama deneme sınama gereken yerde cesaret ihtiyaç olduğunu da düşünürüm. Cahil bir gözkaralığı değil bu, başkalarını, başka şeyleri hesaba katabilmenin, birikime ve eleştiriye sırt dönmemenin insiyatifliliği. İnsan, zevk sahibi, kültür sahibi, terbiye sahibi olmadan yol açıcı olamaz. Yeni bir şey söyleyemez. Yeni şey söylemek, hem hayatı, anı, akışı, olanı, olmakta olanı okumayı gerektirir hem de o güne kadar nasıl yapıldığını, nasıl yapılamadığını bilmeyi, insani birikime hakim olduğunu iddia etmeden ona açık olmayı gerektirir. Yeni şey söyleyenler ukala değildirler, tecrübeye ve başkalarının tecrübesine kapalı değillerdir. Bir kural ortaya atıp etrafına hendek kazmazlar. Bu (ister geçmişle, ister birikimle, ister çevresiyle ya da hepsiyle) konuşma, alışveriş halinde olur.


Muhafazakâr hal'e razıdır?

Hayır. Ama o güne kadar nasıl yapıldıysa öyle yapmak ister karşı çıkarken bile. Burada "hal" ile reddedilmesi gereken hali kastediyorsunuz. Geleneği taşlaştırmak zorunda değildir. Zulme varolanı korumak için katlanmak zorunda değildir. Hatta temkinle yeni şeyler de söyleyebilir. Eldekini kaybetmek istemez öncelikle. Maceraya karşıdır. Ama her isyan, her karşı çıkış macera gibi hatta daha ağır şekillense de maceracılıktan kaynaklanmaz. Muhafazakar da isyan eder, çok aleni hallerde Ama muhafazakar kalır sonuna kadar, çünkü itiraz, macera, ihtilalcilik yeterince temsil edildiğinden, yeterince risk aldığından kendi pozisyonunu önemser. Biz muhafazakar ile tutucuyu kastediyoruz bazan. Oysa atılımcılıkla bir denge kurma işidir muhafazakarlık. Gereklidir. Şöyle ki, bir açıdan karşısındakini muhafazakarlıkla suçlaan, bir başka açıdan muhafazakar pozisyon alır. Demek ki sıfat üzerine konuşmuyoruz. Bir siyasi kültür üzerine konuşuyoruz daha çok. Sağ ve katı satatükoculuk sanırım ilk akla gelen burada. Ama onların da atılımcı, ilerici hatta sol takıldığı olabilir. Burada dikkat edilmesi geren şu: Eleştirdiğimizi dinamiği içerisinde eleştirmek durumunda olmuyoruz her daim. Bu meşrudur. Dinamikte(n) konuşmak zordur. Bazan gereksizdir. Gerekli olduğunda da donanım yetmez. Eleştirinin geçerlilik alanını bilmek kaydıyla, daha geniş aralıklardan, daha geniş ufuklardan bakmamış olma hakkına sahibiz. Daha iyi bakış açısı arayanların ise dikkat etmesi gereken şu: "Daha iyi"nin de sonu yoktur. Yanılmazlık garantisini hiç bir güzel emekten sağamazsınız. Her daha geniş, daha iyi bakış açısı, bir başkasına göre dar gelebilir. Burada relativizme düşmeden, başka bakış açılarının çoğulluğuna bakış açınızı relativize edebilmek durumundasınız. Söylediğinizin elbette bir geçerlilik iddiası, bir hakikat iddiası var, ya da olmalı. Daha fazla karışmasın, isterseniz?


Muhafazakarın kaygısına sahip, yeni şey söyleyen ve işte bu yüzden...

devrimci de ola(bile)n? Bu biraz süper entellektüellik gibi bir şey? Ben herşeyin herine bir başka şey koyulması gerektiğini düşünmüyorum. Devrim, düşünce tarzında olur. İdare biçiminde olabilir, vandallık olmama şartıyla. "Kültür devrimi" diye bir şey düşünemiyorum. Bir slogan olarak anlayabiliriz, bir epok olarak. Ancak kültür devamlılık ve eleştiri işidir. Yeni şey söyleme işidir. Bazı alanlarında kültürün devrim diyebiliriz belki, teknik devrimlere benzer şekilde belki, bir şeyler hayal edebiliriz, meşru bir anlamda kullanımı. Ama bir şeylerin yerine çoğu kez bir ilkel ezberin ötesine geçmeyen şeyler koymayı "devrimci." bulmuyorum Değiştokuş edilemezlerin alanında oluyor bunlar zaten en çok. Dinin yerine bilimsiideoloji, ya da bilimin yerine dinselimsiideoloji koymak gibi. toplumsal süreçlerde nasıl çiçekleneceklerini de biliyorluk edasıyla. Yanlış anlaşılmış bir şeyin yerine doğrusunu, daha kapsamlısını koyabilirsiniz. Toptan karşıysanız bir şeye, karşı pozisyonunuzu koyar, tartışmaya açarsınız, eleştiriden nasibinizi alırsınız, çok bilmişlik etmezsiniz. Yasak, sürgün, ezberle biten işleri eleştirmek bile abes. Hiç bir toplum(sal kurum) bireylerin ve grupların bir şeyleri kabul etmişliğine müdahale edemez, darbe indiremez. Yanlış gördüğünü yanlışlanmaya açık durarak eleştiren insan ise anlama ve anlaşmanın açık tutulmasına hizmet etmektedir. Yaftalarla değil, kavramlarla konuşabiliyoruz, bir yerden, bir sorundan, duruştan. Kavramlar meşruiyetlerini ansiklopedik içeriklerinden almıyorlar gerçek/sahih bir konuşmada. Anlam alanları konuşmada açılıyor, kapanıyor, taşınıyor...


Yani sizin açınızdan "ansiklopedik" bir tartışma değil, muhafazakarlık, devrimcilik gibi kavramlar üzerine fikir alışverişi?

Ne ansiklopedisi bu? Ansiklopediler de bir fikirden, perspektiften şekillendiriyor. "Entrikalar Ansiklopedisinde" Kösem Sultanın başka yanlarını vermek, tartıştırmak isteseniz de, zorlanırsınız. Baştan zaten kendisi bir yere yerleşmemişse de siz yerleştirmiş oluyorsunuz. Bütün duruşların, fikirlerin, açıların ansiklopedisini evet, tahayyül edebiliriz. Mantıksal olarak mümkün. Tek tek maddeleri için daha da mümkün. Benim vurgum şu ayrımla anlaşılabilir: Ben olup bitmiş ve tanımlanmış "kelimeler" üzerinde tartışmıyorum, bunun yapılmasını gereksiz bulduğumdan değil. Ben bir iletişim, konuşma, tartışma içinde kullanılan, onun içinde anlam, anlamlara katkı, nüans taşıyan ve bir süreçte, konuşma sürecinde, alışverişte "hakikatinin gerçekliğini" kavramaya başladığımız ya da tartıştığımız mesele/konuya alakalandırılarak düşünülmesi gereken kelimelerden bahsediyorum. Ansiklopedik, leksikal, ostensiv, etimolojik yüklerini, bağ ve bağlantılarını reddetmiyorum. Bir konuşma sürecinde elbette onlara da açılıyor, eğretileniyor, tersine eğretileniyor, stipulasyonlara uğruyor, özgürlüğüne kavuşyor, açık anlam taşıyor vs.


Sanki söyleyeceğinizi söyleyemediniz?

Söyleyiş, başka türlü düşünülebileceğini (söylenebileceğini) dışlamıyor. Son sözü söyler gibi konuştuğumuzda, çoğu kez, nerelerde sorun çıktığını bildiğimizden, konunun etrafında başka bir şekilde dolaşmış oluyoruz. Burada size bir şey söylemeden çok, önyargılarımı tasnif etmeye çalıştım, sorun alanlarına girdim çıktım, cehaletimin haritasını da çıkardım, sessizce. Sanrırm kimse de bizden cevap beklemiyor olmalı. Burada bırakalım bence, önyargılarmız pişe dursunlar, Efendim.
(düzeltilmedi, online hazırlandı, yanlışlar var)