20 Mayıs 2011 Cuma

Diyanet Sendikasızlığı mı Savunuyor?

Hutbeyi Okudum. Halden bağımsız okununca bir sorun yok. Olan bitenle bağlantılı okuyunca "işçilerin başına gelen hak edilmiştir" sonucu da çıkar. Yine yorumbilgisinin temel sorunlarından birisine dönüyoruz: Orijinal metin alıntıları bile yorumdur. Çünkü metinler alâkalı alâkasız durumlara bağlanır, yanlış anlaşılacağı dil topluluklarına sunulur, bağlam kaçırılır, birlikte okunacağı diğer kurallar gözardı edilir, uzman topluluğuna hitap eden ile genel olan birbirine karıştırılır vb.
Diyanetin politize olduğuna dair işaretler var. Muhalefete başka iktidara başka, zengine başka fakire başka, sağcıya başka solcuya başka davranıldığı intibaı güçlendirilirse Diyanet İşleri toplumda zaten varolan ayrışmada taraf olmakla kalmaz ayrıştıran taraflardan birisi olarak da algılanır.

Bugün herkesin utançla hatırladığı, insanlığın ayaklar altına alındığı Maraş Katliamı gibi hadiselerde provakatörlerin kalabalıkları nerelerden peşlerine takmaya çalıştıklarını unutmamak, kutsal mekanları bilerek ya da bilmeyerek politize etmemek gerekir.

Her alanı kapsamak gerekir diyenler ise şuna dikkat etmelidir: Mazlumu savunmak; güçlüye karşı güçsüzün hakkını vurgulamak bir denge tutturma işi değil, hakkaniyet işidir. Bu bağlamda siyasi davranılmayacaksa, nötral yani tarafsız davranılması daha hayırlıdır.

Fabrikalar, tarlalar, madenler insanı ayaklar altına alarak işletilecekse, altın gümüş gelecek bin yılların su kaynaklarını zehirleyerek çıkarılacaksa, gelecekteki etkileri de kapsayan bilançolardan kaçınacaksanız fayda zarar hesaplarını bir kenara bırakıp temkinle, dostlukla, anlayışla yaklaşmak daha hayırlı olacaktır.


Diyanet İşleri politize olursa, partizanlık söz konusu olursa; çalışanların sorunlarına sermayenin sorunları ağır basarsa, "bir lokma bir hırka masalıyla avutulduk" düşüncesiyle büyüme, kâr, yatırım gibi kavramlarla düşünür olursak yoksullar, itilmiş kakılmışlar, hukuksuz kalmışlar ne hissederler?

12 Eylülde onca işkence yapıldı. Bir işkenceye karşı hutbe verildi mi? Taşaron işçilik kurumu eleştirildi mi? Karılarını döven erkekler için yer gök inletildi mi? Bunlar yapıldıysa, referandumlarda "hayır" diyene bir haksız yafta yapıştırılmadıysa siyasi tavırlar da tereddütsüz alınsın. Demokrasi savunulsun. Komşuluk hakkı. Hakikat hakkı. İnsanlık hakkı. Hayvanların, yeraltı sularının, dağın taşın hakkı.

Hutbede işçi de işveren de eşit olacak. Padişah da maraba da, sokaktaki evsiz barksız da. Bir konuda eşit olunmaz ama: Hakkı yenmiş olanın hakkı, hak yemiş olanın haksızlığı ile eşitlenemez.

Hakta hukukta eşitlik haksızlıkta hukuksuzlukta eşitlik değil. 

İnsanların hakkanî karşılanabilecek eşitsizliği zalim ile mazlumun, güçlü ile güçsüzün, muktedir olan ile söz hakkı bile olmayanın eşitsizliği değil!

Sözünü duyuramayandan yana ağırlık vermek, bizim gibi düşünmeyenin talebini hatırlamaya öncelik vermek, kaybeden taraf ile kaybetmeyi bilmek idi bizi ayakta tutan.

Bilenle bilmeyen eşit değildir. Bilen, yanılırlığını da bilen, hatasını herkesten önce gören, kendisi gibi olmayana selamını herkesten önce vermiş, sorumluluk ve fedakarlıkta herkesi geçmiş olandır. 

Kanun karşısında, haklar karşısında eşitliğimiz ise tartışma konusu bile edilemez.

Nerede taraf nerede tarafsız olacağını insanlar ayırd edemiyorlarsa, "tarafsız" olmaları ve bu tarafsızlığın mazlumlarca bir tarafgirlik olarak algılanmamasına dikkat etmeleri gerekir. 



16 Mayıs 2011 Pazartesi

NTV'de Vassaf, Belge, Mardin ve Aile

NTV'de bu akşam Gündüz Vassaf, Muraf Belge ve Şerif Mardini izledik. Biraz antropolojik, biraz sosyolojik, biraz popüler kültürel ama sosyal psikolojik temellerinden uzaklaştırılmış bir "aile" kavramı üzerine diskur yürütüldüğünü gördük. Diskur modern, interaktif, öznelerarası sorgulamaya; sosyalkuramın filogenetik ve ontogenetik yaklaşımlarına yabancı idi.

Aile, muhafazakar bir kavram değil. Bir aktarım, gelenek meselesi de olmasına rağmen. Elbette gelenek olacak ahistorik, dinamik olmayan bir diskur yürütmeyeceksek.

Modern sosyalpsikolojide, sosyalkuramda, öznelerarasılık tartışmalarında aile çocuğun ahlâkî, dilsel gelişiminde merkezi bir rol oynar.

Herbert Mead, Habermas, Kohlberg, Piaget, Gilligan doğrudan ya da dolaylı tartışılmadan nasıl kavramın toplumbilimsel uzanımları tartışılabilir anlaması zor.

Elde kalıyor bireyci, hedonist, tarihsiz, dinamik olmayan kültür mukayeseleri ve popülerkültürel teoriler.

Aile, muhakafazakarlığın değil, bireyselleşmenin, kişilik oluşturmanın evi. Eleştiriel, ahlaki farklılık ailesiz nasıl oluşacak temellendirmeleri gerekir.

Eğer Marcuse veya Engels'den yola çıkıyorlarsa bu tartışmanın sosyolojisinin nasıl oluşturulabileceğini de göstermeleri lazım. Marcuse oldukça sığ ve sanıldığının tersine cinselliğin alanında konformist sayılabilecek bir yerde duruyor (serbest cinsellik "ilericilik" olarak ezberlenmediçe); Engels ise gündelik hayat üzerinden konuşmuyor iddia edildiği gibi ve yanlışlanmaya/doğrulanmaya, sorgulanmaya, genişletilmeye açık duruyor!

İdeolojik bir diskura, yani yanlış bilincin alanına çekiliyor "modern", "eleştirel" hayat tarzları ve cinselliğin kendisini savunması, toplumsal ve tarihsel dinamiklerinden, anlam alanlarından koparıldıkça.

Yapısalcılık, kültürel çalışmalar, popüler antropoloji ve bazı kültür kuramları insanın insanlık tarihi boyunca ve insan ömrü boyunca gelişen, şekillenen süreçleri gözardı etmedikçe hakikat iddialarında bulunabilir. Hayat, yaşanan hayat ve hakikat içinde gerekçelendirme söz konusu olmayınca geçmişin ilericilik gericilik tartışmalarını aratmayacak bir kurtulmuşluk, emansipasyon iddiası eleştirel diskurun yerine ikame ediliyor.

Vassaf, Belge ve Mardin modern toplumkuramına, iletişimsel eylem kuramına, felsefi dilbilime vb (açık ya da kapalı) eleştirel referanslarla tezlerini sunabilmeli idiler: Yeni bir şey söyleme durumundalarsa!

14 Mayıs 2011 Cumartesi

NTV Radyo’nun Kütahya Gümüş Konusundaki Yanlışı

Dün gece ”Muhabir” programında Kütahya Gümüş konusunda bazı iddialar ortaya atıldı:

Setler, Baraj, Göl artık adı neyse 8 şiddetinde bir depreme dayanabilirmiş. Bunun ölçümü nasıl yapıldı? Hangi şartlarda geçerli? Denetimi yapılmış bir sistem varsa, bunun üzerinde değişiklik yapılmış mı? Ölçümlerde sıvı, jel, çamur, hacim, taban formu hesaba katılmış mı, katıldıysa nasıl katılmış? Hangi dolulukta? Hangi esneme genişliğinde?

Bitişik havuzda kurbağalar, balıklar yüzüyormuş. Sızma olmadığına kanıtmış. Hangi yöne? Dip hakkında ne biliyor Sayın Muhabir, çeperler hakkında ne biliyor? Sondaj mı yapmış?

Ayrıca çeşme suyundan yapılan çaydan içmiş muhabir, kendisine bir şey olmamış. Yani sızıntı yok. Çeşme suyu aynı sistemden mi geliyor? Gelmiyorsa kirlenebilecek yeraltı suları veya zemin ile çakışan eklemlere, havuzlara, birikintilere sızıntı olup olmadığı hakkında bilgisi var mı? Sızıntı yeraltına doğru ise bu yeraltı ve taban sularını nasıl etkiler? Hangi katmanda, tabakada, hangi derinlikte? Kirlenen sular nerede ve hangi zamanda kendisini ele verebilir? Nükleer reaktörde yüzmeye kalkan isveçli bakandan, radyasyonlu çay içen Özal Dönemi politikacısından bu tür şeyler işittik, nasıl olur da hâla bu tip argumentasyon kullanılabilir? Espiri olabileceği ise inandırıcı değil, tek yönlü bir ikna lafzı içinde sunuldu, dile getirildi.

Protestocu köylüler orada çalıştırılmayanlar, orada iş bulamayanlar imiş. Bu sonra çalışanların eşlerinden de protestoya katılanlar olduğu iddiasıyla dengelendi, aynı muhabir tarafından. Bir kuşku uyandırıldı, konu dengelense de. Kuşku iyidir, iyidir de, araştırma temelinde çıkış noktası olabilecek şeyler sadece bir propagandaya temel olabilecek şekilde kullanıldı. Bu iddiayı ortaya atacaksanız, iyi bir araştırma yaparsınız. Iddiayı ortaya atıp geri çekilmek hakkani ve duyarlı değil. Mesleki deontolojiye uymuyor.

Aktarılan su, alınan su, yani suyun çevrimi konusunda kimyevî proses bilgisi olmadan, mevzuyu sıradanlaştırıcı iddialar sunuldu. Muhabirin fizik, kimya, fizikokimya, jeoloji, statik vb bilgisi ne kadar? Uzmanı olmadığı konularda neden bu kadar tek yanlı bilgi veriyor?

Kütahya Gümüşün önemi vurgulandı. Kirlenebilecek toprakların, kuşların, insan hayatının, yeraltı sularının değeri ile karşı karşıya getirilebilecek mahiyette mi?

İşçiler sendikalı mı? Taşeron sistemi mi uygulanıyor? Sendikalı işçilere, sendikalaşmak isteyen işçilerin durumu ele alınmadı.

Kullanılan çıkarma, dönüştürme, arıtma, muhafaza sistemleri ya merak edilmedi ya da önemsizleştirildi. Halkın ”cımbalanma” dediği şey yani yoğurdun taşınırken sulanması yani erimenin mekaniği gibi konular 15 ile 25 milyon metreküp gibi rakamlarla dile getirilen hacimlerde hesaplanabilmiş mi de rahat konuşuluyor.

Sohbet ya da konuşmada fabrika yönetiminin ve yerel makamların iddiaları öne çıktı. Hem muhabir, hem de programın sunucusu kendi sunum ya da iddialarını sorgulamadılar.

Tehlike bertaraf edilse de açıkta o kadar zehirin depolanması doğa ve bitki örtüsünü tehdit etmektedir.

Çevrecilere karşı kin, nefret ve kuşku uyandırmaya çalışılan, fazlasıyla ajite edilen bir ortamda bu program ”tarafsızlık” iddialarına,  kural bildirimlerine uymadı, ters düştü.

Program bantlarını gözden geçirmelerini, bu tek yanlı propagandif tavrı düzeltmelerini, verdikleri sözü tutmalarını, eğer muhabirler ve sunucular üzerinde bir baskı olmuşsa bunun gereğini yapmalarını, olmamışsa programlarına bir uzmandan eleştiri sunarak muhabir ve sunucularına tecrübe kazandırmalarını NTV yöneticilerinden bekleyebilir miyiz, bilemiyorum.

Umarım sanayi basın ilişkisinin sonucu değildir.

(Muhabirlerin günah keçisine çevrilebileceğini düşünerek, NTV yönetimine yazdığım eleştiri mektubunu yollamadım.  Eleştiri almadan bırakın muhabiri, kedi bile olunmuyor bu dünyada, ama kime nasıl anlatacağız, bilemem J. Eleştirirken, sayın muhbir vatandaş durumuna düşmek, birilerinin hatalarını sabitlemek hoşuma gidecek bir iş değil. Gene de yazdım. Tanıyan, aklı başında NTV’cilere iletir. Benim tanıdıklarım biraz fazla büyükler ve bu yüzden selam sabahım yok,  ben avamı sevemiyorum J)

Röntgencilik ve Şantaj için Zarurî Haller Yoktur !

Tecessüs, meraklılık, dikizcilik meşrulaştırılamaz.

Yanlış yapana kendisini düzeltme şansı vermek esastır. Başkasının kusurunu deşmek, dile dolamak, kendisini (kavmini, çevresini, soyunu, boyunu) hataya kapalı görmek kabul edebileceğimiz bir şey değildir.

Yanlışa istemeden tanık olduğumuzda, bir yanlışa tanık olan bize açıldığında izlenecek yollar tek tek durumlarda farklıdır. Bazan görmemezlikten gelmek, bazan hatayı yapanın kendisiyle konuşmak, bazan da onun yakın çevresiyle bunu paylaşmak gibi durumlarla karşı karşıya kalabiliriz. Her olay farklıdır, benzer olaylar karşısında alabileceğimiz tavırlar da uzun, bitmeyecek bir liste oluşturur. Ahlakta zaten, ne yapılmayacağı tartışılır, ne yapılacağı, tecrübe, aklıbaşındalık, insanı tanıma, hali bilme ve şartlar vb. ile alakalıdır. Garantili hiç bir yol yoktur.

Temel kural bazan şudur: Kötüye kullanmayacaksın! Kısacası, kulllanmayacaksın. Suskun kalınması gereken durumda suskun kalacak, buna çağıracaksın. Konuşulması gerekiyorsa, konuşulması gereken yerde, gerektiği kadar, kiminle konuşulması gerekiyorsa sadece onunla konuşacaksın ki bunun ölçülerini tutturmanın el kitabı yoktur! Çoğu felaketin yolu iyi niyetin taşlarıyla döşenir.


Çokbilmişlik, işgüzarlık, ukalalık, malümatfüruşluk etmeyeceksin. Ketum olacaksın. Sır saklayacaksın. Dostunun da, düşmanının da sırrını!

”Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi karanlık olmak” kayıtsızlık, lakaytlık, nemelâzımcılık değildir: Duyarlı olmak, insanlığı insanlığın hallerine kayıtsız kalmadan değiştirmek, değişmektir.

Bütün bunları söyledikten sonra herhangi birimiz ”zarurî durumlarda, insanlığın yararına” tecessüsün, röntgenciliğin, dikizciliğin, şantajın meşru olabileceğine dair bir kapıyı açık bırakırsa, yukarıdakileri, fazlasını, azını, daha çok ya da az doğrusunu söylememiş, söylediğini de geri almış olur!

Bazılarına hukuk, ahlâk, insanlık tanımama hakkı verme hakkımız yoktur! Hakikati konuşmak, kayırıcıların, tuzak atanların işi değildir!

Yatak odası izlemek mahkeme kararıyla dahi meşrulaştırılamaz! Bunu iddia edebilenin hukuk anlayışı hikmetten yoksundur.

İstisna yoktur! Adalet sağlama adına dahi röntgencilik yapılamaz. Bunu gerektiriyor görünen sınır durumlarında, sorulan soruyu ve hükmün çerçevesini, perspektifi değiştirerek ahlâkla ve hukukla karşılık verirsin! İlk soruyu cebren yok ederek değil, daha doğru, daha hikmetli, daha  insani, daha ahlaklı, daha adil bir perspektifte çözerek!

Adalet yönünde her eylem, her karar, her hüküm bir yorumdur. Yorum, son noktayı koymayanların, ezbere eylemeyenlerin, ”yeni bir şey söylemenin” anlamını kavramışların işidir. Hâl, hâle benzemez; durum duruma, anlam anlama, hareket harekete benzemez: Öylesine eyleyeceksin ki, kasdettiğini söylemiş, söylediğini kasdetmişlik kendisini konuşmuş olacak! Öylesine eyleyeceksin ki, aynısı sana ve çocuklarına, sevdiklerine eylense tarafından kabul edilebilir olacak!

Son noktayı koymuş olanlar, insan dinlemez, halden anlamaz, birisine serbest bıraktığı özgürlüğü bir başkasına zalimce yasak görür. Yasaklanmış hürriyet, elbette hatadan alıkonmanın terimleriyle değil, insanlıktan alıkoymanın terimleriyle kendisini konuşur.

”İnsan yanlış yapar yanlıştan döner” demek, adaletin bile yanılabilirliğini, yakabilirliğini öngörme, hataya sarılmama işidir.

Tüzüklerin, yönetmeliklerin şablonlarıyla adaletin hikmetten, yorumdan, tevazudan, tecrübeden, bilgiden, ilgiden dağıtılabilirliğini birbirine karıştırmamak gerek.

Bir partinin disiplin kurulunu çalıştırması, bir mesleğin rutin bir kuralla kazayı belayı engellemesi başka, adaletin uygulanması hayata geçirilmesi başkadır.

Adalet çıkar, kâr, cemaat, siyaset, emir, demir, hatır gönül işleri ”paranteze alınmadan”, ”unutulmadan” söz konusu bile edilemez! Bu insanın kendisini unutması, insanlıktan soyutlanması ile değil eleştiri, eleştiriye açıklık, tevazu, saygı, farkındalık işidir. Varsın ”çıkar”ı olsun: Eyvah bu benim çıkarıma diyebilsin. Kendi çıkarsızlığı, mazlumu satmışlık olmasın.

Adil insan, en sonunda kendisini bulur, hükümleri, kararları hep tartışılır olsa bile.

Tartışmadan tartışmaya da fark var, kimi tartışma ”adalet budur!” üzerine, kimisi ”haksızlık, ufuksuzluk, zulüm budur!” üzerine, kimi tartışma ise hallerin ve hükümlerin benzemezliği üzerine.

Hepsi öğretir. Herşey öğretir. Kılıcın iki tarafı varsa adalet de öğrenmenin adaleti, öğrenen adalet, yani adalet olur!

9 Mayıs 2011 Pazartesi

İsmet Paşa Ne Kadar Haklıymış!

İstismarının kapısını bir kere açtı mıydı insan, kepazeliğin önünü alabilmek imkansız hale gelir.

Bu kadar dinî sembolğin bir mitingde kullanıldığına ömrüm boyunca şahit olmamıştım. Keyfi, üç beş oy uğruna, toplumsal dayanışmanın çivilerini çıkarta çıkarta.

Gündelik dil, anlam çarpıtılıyor, çığa dönüşebileceği yamaçlardan yuvarlanıyor. Hakikat kendinden geçmiş bir kalabalığa düşman cesedi gibi atılıyor.

Röntgencilik, şantaj, münafıklık miting kürsülerinden savunuluyor.



Mazbutluktan başka yolumuz yok. Mazbutluktan başka yolumuz yok. Mazbutluktan başka yolumuz yok. Ne korkudan, ne çekindiğimiz için, ne de vazife icabı. İnsan olmak ölçüyü, fazileti, sadakati, tadını kaçırmamayı gerektirdiğinden.

Bir şeyleri yıkmamız, değiştirmemiz gerek: İşkenceyi kaldıracağız, işkenceciye dahi işkence etmeyerek. Cellatları dahi katletmeyerek. Bizi hukuksuz bırakanları haksız hukuksuz bırakmayarak.

Sevgililer birbirleriyle röntgenlenmeden sohbet edebilecekler. Bana atıp tutan arkadaşım kendisine hakkı adaleti insanlığı kalkan edinen bir siteden teşhir edilmeyecek. Ceset teşhir etmeyeceğiz, et teşhir etmeyeceğiz, başkalarının yanlışını bayrak yapmayacağız.



Dün gece dini kitapların satıldığı, kutsal metinlere link veren bir sitede bir siyasinin belaltı ilişkisinin videosunu gördüm, yazık!

Mızraklara ayet geçirip hakkı gaspedenlerin zamanına mı dönüyoruz?

Sözüne sahip çıktığımızı iddia ettiğimiz insanın evlatlarını hançerleyerek?

Haniflerin zındana atıldığı, altın yaldızlı, zenginlikle övünülen şaşaaya?


İnsanların yanlışını alıp satan bir pazar, mezbaha kuruluyor. İnsanların mazbut olmaması iddiaları üzerinden mazbut olan dil, ifade, duruş terkediliyor: Kendisini kutsal olanı kullanma hakkına sahip gören bir zalim, sırıtkan istihza ile!

8 Mayıs 2011 Pazar

Özel, Genel, Kamusal Tartışması: Şantajın Meşrulaştırılabilirliği Üzerine Diskur

"Özel"in karşıtı her daim "genel" ile karşılanmaz. Batı dillerinde "publik, public" ile karşılanan "kamusal" kavramı", "intersubjektif, öznelerarası" anlamını taşır ve "öznel"den çok "özel'in karşıtıdır. Bireyde yeterliliğinde, kendi başına ya da kendisinde gelişen ile toplumsallıkta, toplumsallaşmada gelişen karşı karşıya konulur.

"Özel dil var mıdır?" tartışmasını burada örnek olarak verelim. Buradaki özel genelin karşıtı değildir, bilncin, dilin, anlamanın tek bir zihinde gelişmesi, verili olması olmaması ile alakalıdır. Karşıt duruş dilin toplumsal bir alışveriş, "interaksiyon", oyun içerisinde gelişmesidir.

Bu tartışma monolojik veya diyalojik modeller, transzendental (aşkın) veya intersubjektif/toplumsal modellerle karşı karşıya gelir.

Özel ile genel arasında modernite postmodernite tartışmasında da kendisini gösteren "nominalia" "universalia" tartışması ise genellemelerin, evrenselleştirmelerin, genel iddiaların hakikati, geçerliliği, meşruluğu ile alakalıdır.

Tranzendental bir zihin, akıl temellendirmesi nominalist olmak, genel kavramlara karşı konulmak durumunda değildir.

"Özel olan kamusaldır" iddiası demokrasi tartışmalarında, demokrasi eleştirilerinde genellikle marksistlerce (özellikle anglosakson felsefe tartışmalarında) dile getirilmiştir, bir üçüncü karşıtlıktır. İlk ikisinden daha farklı bir anlam alanı içerisinde geçerlidir. Liberal, libertaryan bakışla tartışma içerisinde şekillenmiştir.

Özel, eski dildeki "harem"e, başkalarının burun sokma haklarının sınırlı olduğu alana gönderme yapsa da, ailevi hayat, özel hayat hukuksal bir dokunalmızlığın alanı değildir, sosyal alandır, özel sosyal ilişkilerin alanıdır. Buradaki sosyallik, kamusallığın karşıtıdır. Kamu denetimine mutlak kapalılığı içermediği gibi, kamu denetimini de ancak özel alandaki hak çiğnemelerinde meşru kılar.

İnsan hak ve hürriyetlerinin temellendirilemediği bakışlardan kamusal müdahale bir gerekirlik olarak görülse de mahalle baskısı gibi sosyolojik, geleneksel dispozisyonlardan açıklanabilir.

Özel hayata kamunun müdahalesi özel alandakilerin çağrısı, özel alandaki hukuki simetrinin bozulmasının eseri olmayarak da meşruiyet kazanabilir, çeşitli "normalite", "sağlık", "norm" iddialarıyla.

Özel olanın dokunulmazlığı ben yaparım olurculuk ile alakalı değildir, ideal tipik bir durumdur, gözetleme, izleme, merak, tünel açma, dinleme, izlemeye kapalı alan tanımıyla alakalıdır. Bir eziyet, zulüm, "yasaklanmış" insani ilişkiler (örneğin, kölelik gibi) şüphesi ile özel alanın gözetime açılması her an söz konusu olabilir. Toplumun bireyi ezmeyebileceği, bireye ve bireysel alanlara, özel alanlara yersiz ve hukuksuz müdahale yapmayacağı ideal bir toplumsal düzen mümkün olmasa da, özelin devlete, topluma ve kamuya karşı korunma altına alınmış olması, özelin kamusalca ezilmesini engelleyebilecek yasal yaptırımların yürürürlükte olması, uygulama ve yaptırımların toplumsal anlaşmanın, konsensusun bir parçası olarak şekillenmesi gerekir.

Özel alana müdahale nasıl temellendirilirse temellendirilsin, bir dayatmadan çok koruma kapsamlıdır.

Normatif ve hukuksal çerçeve ne kadar eğreti olabilirse olsun, teşhir, şantaj, kullanma, başka alanlarda zorlama amaçlı bir müdahaleye dönüşmez. Uygarlıkla vahşetin, medeniyetsizliğin arasındaki fark buradan geçer.

Hukukta, hukuk dışı yollarla edinilmiş, edinilen bilgiyle ispat edilecek olandan daha vahim bir tavır içeren  belgelerin yok sayılıp sayılmaması bir medeniyet düzeyi ve meşruiyet krizinin ifadesidir. Özel alanın özel, bireysel olup olmaması değil, özel alan olarak tanımlanmış alanın hukukunun genel ve kamusal adına çiğneniyor olması meseledir.

Özel olanın özelliği değilliğine dair sürdürülen entellektüel ya da cahil diskur, alandaki hukukun ya da hukuksuzluğun hüküm sürmesinden bağımsızdır. Tartışmaların meşruiyeti ancak ilerideki hukuksal değişiklikler için bir temel oluşturulabilir ve bu tür değişiklikler ne oylamayla, ne dayatmayla yerleştirilebilir: Konsensus esastır, ve konsensus bazan bir çoğunluk kararırının düzeltilmesiyle, zaman içinde şekillendirmeleriyle de sağlanabilir. Süreçler farklıdır ve toplumsal, tarihsel, hukuki, ahlaki, siyasi şekillendirici alışverişlerin, stabilizasyonların eseridir.

Hiç bir özel şahıs, anlayış, iktidar, hükümran "özel" olarak tanımlanmış alanlarda, konutlardaki hayatın "geneli ilgilendirdiği" dışındaki "bağımsız" bir tartışmanın dışında, yasadışı gözleme, izleme, takip eylemlerini meşrulaştırıcı iddialarda bulunamaz.

Ortada bir yasadışı kayıt varsa ve tartışma, iddia bu yasadışılığı meşrulaştıracaksa hukuk çiğnenmektedir. Yapılan budur. Somut yasadışılıklar özel geneldir gibi iddialarla güçten, iktidardan, hükümranlık kullanımından özendirilmektedir. Kaldı ki, eldeki "kanıtlar", belgeler özel hayatın güçlendirilmesi gibi iddialarla değil şantaj amaçlı kullanılmaktadır, bir başka hukuki yanlış, suç özendirilmektedir.

Politikacıların özel hayatlarının tartışılması kamusal alandaki hareketleri üzerinden yapıldığında bir meşruiyet iddiası taşıyabilir. Yasadışı dinleme izleme üzerinden yapıldığında bir iki yüzlülükle karşı karşıyayız:

Daha iyi bir hayat tartışması söz konusu değildir, bir şantaj söz konusudur, şantaj meşrulaştırılmaktadır. Hem röntgencilik hem de şantaj meşrulaştırılmaktadır.

Daha iyi bir hayat, daha iyi bir hayat yaşayarak önerilebilir. Hukuku işleterek, özel hayatın mahremiyetine bütün komplikasyonlara rağmen saygı göstererek.

Bir devlet başkanı Mata Hari ile yatağa girerse, bir çocuğu baştan çıkarırsa, bu ilişkilenin yok sayılması değildir tartıştığımız: Pusuya yatanları, santajcıları özendiren, masumları ezen geçen bir hukuksuzluğun meşrulaştırılmasıdır.

Bir devlet başkanın hayatı özel hayat alanına işaret ettiği kadar bir güvenlik alanına da işaret eder. Dengeler, müdahaleler, elde olanı kullanma ve savunma tarzı aynı zamanda öngörülen medeniyet projesinin sunumudur.

Aileyi savunmak yatak odalarına kamera yerleştirenleri savunmayarak, bu kanıtları kullanmayarak söz konusu edilebilir. Şantaj bir kere onaylandı mı nerede yıkıma yol açacağı bir daha kestirilemez:

Önemli olan yanlışların düzeltilmesi, hatalardan geri dönülebilmesidir. Bazı mesleklerde marjinal dardır, ama insan olarak bu hakka sahiptirler:

Başkalarının hatasını deşmeyi iş edinen, bunu kullanan, insanlığı ve mazbutluğu savunma halinde değildir. Başkalarının hatalarını örtmede gece gibi karanlık olma işi, suç bastırma, yanlışa ortak olma işi değildir. İnsanın hatadan münezzeh olmadığını bilmedendir, yanlışa hataya uyanık durmadandır, insanca bir hayat için çırpınmadandır.

Hatalara hatası olmayanları da kurban ederek, kırıp dökerek züccaciye dükkanında dolaşmamayı öneriyoruz: İnsanlığın evi, insanlığa davetin, yaraları sarmanın, doğrusunu göstermenin evidir. Başkalarının sidikli yatağını balkona asanların, başkalarında aşağıladıkları başlarına gelmeden bu dünyadan gidememeleri bir şanstandır: Kendilerini düzeltebilme, tasladıkları büyüklüklerinden vazgeçme şansı.

İnsan sadece insandır. İnsanlık emek, çaba, çırpınma, zulme karşı durma işidir.

Her hareketin, müdahalenin, eylemin daha da güzeli hep vardır, var olacak, var kalacaktır. Efendim.

Olduğumuz gibi görünmek, göründüğümüz gibi olmak budur, başkalarına hakaret için kullanılmamalıdır.



(online yazıldı, düzeltilmedi, gözden geçirilmedi, zamanım bu kadardı. genel çerçeveyi çıkarabiliyorsanız benim için yeterlidir, şimdilik)

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Hatasız, Günahsız, Yanlışsız Dindarlık Hangi Dinin Dindarlığıdır?

Herkes hata yapar, onlar yapmaz.

Başkaları yapsa dedikodu olur, onlar yapsa olmaz.

Başkaları yapsa gıybet olur, onlar sadece ayar vermiş olurlar.

Başkaları röntgencilik yapsa öbür dünyada cayır cayır yanmaya mahkumdurlar, onlar yaparsa onlara ateş uysaldır.

Başkaları düşmanlarının çoluk çocuklarını, topluluklarını, kutsallarını önemsemelidirler. Onlar insaniyeti çiğneyip geçme, vur deyince öldürme hakkıyla donatılmışlardır.

Başkaları yanlışı düzeltme diplomasisi yapamakla mükelleftir, onlar yanlışı dillerine dolayıp şantaj yapmakla.

Başkaları onları hep hayırla anmalıdır, onlarsa başkalarının gecesini gündüz edeceklerdir, istisnasız ve kendi bilecekleri zamanlarda.

Başkaları araç seçiminde etik, ahlak, ölçü sahibi olacaklardır. Onlara lanetlenmiş, aşağılanmış, yasaklanmış yollar ve araçlar helal kılınacaktır.

Başkaları hakikatle kendilerini düzeltmekle mükellefken, onlar hakikatin, gerçekliğin, ahlaki ve vicdani buyrukların üzerinde uçacaklardır.

Başkaları hatalarından öğrenemeyecek, yanlışlarıyla hayatları kararacak, yanlışlarıyla toplulularını yakacak, gelecekleri ellerinden alınacakken, onların hataları bireysel bile kalmayacak, hep yanlış anlaşılma, iftira, marjinal partilerin ve derin vesayetçiliğin oyunundan ibaret olacaktır. Sadece burada bir eşitlik kurulabiyor gözlerinde: "Hatadan dönmek kimse için mümkün değil! İnsanı yanlışından çevirmek mümkün değil!" iddialarıyla. Bundan kaçınmak için ise "hatasız kul" olacaksın. Yani "kul olmaktan" vazgeçeceksin, "tanrılaşacaksın". Bundan kaçınmak isteyenler sana kul olacaklar, tabi olacaklar.

Hatalı olmak, hataya yapışma işi değil. İnsan olma işi. Hatasıyla insanın geleceğini, kendisini değiştirme imkanını elinden almak, "kaderle oynamak", kendisini kaderin ve kaderlerin sahibi görmektir.

Yanlışa zulme karşı çıkmak kindarların, intikamcıların, gıybetçi ve dedikoducuların işi değildir. Her zulme, yanlışa, pis harekete karşı durmanın güzel bir yolu vardır muhakkak. Bunu bulmak, aramak, özlemek sadece ve sadece yükümlülüğümüzdür, vazifemizdir.

Babamla çoğu konuda anlaşamamışımdır, ancak bana öğrettiği tek bir şey bile beni ona her daim borçlu kılar. Bir kimse onun hakkında söyleneni anlatmaya kalksa, iyi bir şey dahi olsa, elinin tersiyle kestirirdi. İyi bir şeyde dahi başkaları için kötü bir şey olabilirdi. Bir dedikoduya ortak olabilirdi. Bir yerde kendisi hakkında konuşulduğunu duysa hemen oradan uzaklaşır, kazara duyduklarını kendisini çıldırtabilecek şeyler dahi olsa asla kullanmazdı.

Bir derviş kendisini günahsız gördüğünde yolundan çıkar: Ben yapmam, ben öyle olmam çukuruna düşer. Bir hakim kendisini mutlak adil gördüğünde "ali kıran baş kesen" olur çıkar.

Bir dindar kindar olduğunda, kininden ibaret olur, eylediğine, söyledğine, yaktığına, yıktığına yabancı olur. 

Cenneti cebinde sanan insan, en iyi ihtimalle, başkalarının sorumluluğuna, insanlığına bel bağlar. Başkalarına güvenmezken, başkalarınının eylediğine esir olur. 

İnsandan umut kesmemek, insanların yolunun ve seçimlerinin, olgunlaşma süreçlerinin farkında oluştandır. İnsan olan, insan oluşun yolunu kesmez. Yol kesersen, yolu kesik olanın yolunu kesersin ki, uyarabilesin, eğer üzerine vazife ise.

Hatası yüzüne çarpıldığında hatasıyla yüzleşen kötü, hatasını yüzüne vurabilecek olanları yeryüzünden silmekle meşgul iyiden kat be kat iyidir.

Bazılarının yanlışlarıyla yüzleşebilme, kendilerini gözden geçirebilme imkanları, mahçubiyetle, rezaletle gelecek de olsa bir insani imkandır. "Hatasız"ların, "yanlışsız"ların yerin dibine inerek de olsa hatadan dönebilme imkanları yoktur: Bu armağanı reddetmişlerdir. 

İnsan fanidir, sınırlıdır, sonludur. İnsan yanlışsız, hatasız değildildir. İnsan tanrı değildir!

İnsanlık tevazu, temkin, kulak verme, sevgi işidir.

Kinini, hasedini, dedikodunu at, insan ol. Gel biz günahlı, sonlu, sınırlı insanların arasına katıl, kardeşimiz ol da vermiş olduğunu hatırlamadığın sözünü tut! Lanetlenenlerden olma!