19 Ağustos 2011 Cuma

Safiye Özçelik'in Doğru Tavrı: Feracemin Ucu sırma



Ey kolay beğenmeyen bir insan olduğum için bana kızan arkadaşlar bakın, benden aferin almak hiç de o kadar zor değil imiş! Karşınızda Safiye Özçelik! Tavrı tavır, duruşu duruş, hali hal, üstelik doğal mı doğal!

Safiye Özçelik Hisarlı Ahmet'ten sonra bir başkasından aynı havayı dinlettirebildi bana. Dinlemek ne kelime, kalktım oynadım!

Kara kaşlı kara gözlü bir memleket kızı. Özentisiz, havasız, ama delikanlı mı delikanlı!

Memleket kayıp değilmiş! Aferin Safiye Özçelik, böyle yoğun söyle, böyle yiğit dur! Mıymıy değil gümbür gümbür aşkla, şevkle söyle! Seni doğuranlara, büyütenlere, yetiştirenlere helâl olsun!

Sesin heyecanlıydı belki tam alamadım, ama heyecanlı tavrın olması gerektiği gibi.

Hep böyle botokssuz, diyetsiz, kuaförsüz ol e mi?

Ve hep böyle gönülden ol!

Memleketimizi bize geri bağışlayanlardansın.

Müziği analiz etmeme gerek var mı arkadaşlar?

Helâl, aferin, maşallah, işte böyle olunmalı diyebiliyormuşum değil mi?

Sevindim o kadar ukala ve seçmeci olmadığımı görünce Ya Hu! Demek ki kolay ve rahat gelen bu tavrı ıkınıp sıkınmadan gösterebilecek insan yokmuş!

11 Ağustos 2011 Perşembe

Özel Hayatların "Birlikte Hayat"a Dönüşememesine Dair

Hayat tarzları üzerinde anlaşma, tartışmaya ihtiyaç duymamızda bir sorun göremiyorum. Ortak noktalar arayacağız, ne üzerinde anlaşamadığımız üzerinde anlaşacağız, konuşup koklaşacağız.

Libertaryan, kültürrelativisti, kurtulmuşsulukçu falan değilim. Tartışılmayacak, eleştirilemeyecek yerine başka bir şey önerilemeyecek bir hayat tarzı göremiyorum. Bireysel olarak görülenin bir toplum, iktisat, insan anlayışı da önerdiğini unutmaya çalışmam anlamsız olur.

Şimdilerde oturmuş sosyal kuralların,  gündelik rutinlerin olmaması, olsalar dahi toplumsallaşma süreçlerinin kesintili ve etkisiz olduğu kanaatindeyim. 

Birlikte hayat üzerine konsensusun iki bağımsız tekilin vazgeçemezlerinin listelenmesi ile çözülmesinin neredeyse imkânsız olduğunu düşünmekteyim. Bunun iki nedeni var, en basitleştirilmiş halleriyle ifade edersem: Birincisi, toplumsal konsensus ve paylaşmanın zamana ve tarihe yayılan süreçlerinin bireysel boyuta çekilip her biraraya gelişin müthiş entellektüel çaba ve kararlılık gerektirmesi; ikincisi, uzlaşmanın toplumla da uzlaşma ve denge kurma faslının/ayağının eksik kalması. Kriz içinde kalarak kriz çözme "etraf"ın krizden yararlanmama, krizdekilerle dayanışmada olmasını gerekli kılıyor. Bireyci ve tarihsel perspektifini yitirmiş hayat bakışlarından bu dayanışmanın sağlanması, modern görünenin ilkel bile olamayan bir dayanışmasızlık dünyasına yerleştirilmesi yüzünden kolay görülmüyor.

Sorun çözme kalıplarının, sanal bir nominaliada, her halin özgün hale dönüşmüş gibiliğinden dolayı işletilememesi durumu ile karşı karşıyayız.  Hayat tarzları bir derinliği olmayan, görsellikle geçerlilik alanları oluşturabilen popüler kültürel kalıplarına dönüşüyor. Virtüel/sanal hayat tarzları etrafındaki irrasyonel mistik ve tartışılamamazlıkta zaten kendisine yazılabilecek özgünlüğü de yitirebileceği bir geçişsizlik ufku oluşturmakta. Fragmentlerden, kolajlardan, ezikliklerden, bir ufuk, hapishane içinde bir özgürlük arayışı.

Özel hayatların birlikte hayata dönüşmesinde neredeyse tüm toplumun sorunlarını çözme kapasitesini gerektirebilecek gereksizlikte tartışma ve sürtüşme alanları açabilmesi söz konusu olabiliyor. 

Ben, insanların yeme içme giyinme barınma üzerinde de tartışabileceklerini, birlikte hayat içinde ortak sınırlar da koyabileceklerini, bunu yapmamaları halinde bir ortaklık kurmada, ortak zemin oluşturmakta zorlanacaklarını düşünenlerdenim. Yani kendi hayat tarzları bildikleri tarz imajları veya kesitleri dışında bir de ortak tarza benzer "birşeyler" tutturmak da gerekiyor insanlarla, insanlıkla.

Hayatlarını birleştirecek, aile kuracak ya da kurmayacak, çocuk büyütecek ya da büyütmeyecek insanların tartışmaması, uzlaşmaması, bazan sürtüşmemesi imkânsız. Bu kapışma, sürtüşme ve çatışmalarda birbirlerini tatmin edebilecek birşey çıkaramamaları halinde, bireyselin çözünmesi olarak algılayabildikleri ve aslında bireyselin de evi olan ortaklık çabasından çıkmaları, daha fazla birbirlerini zorlamamaları daha az yıpratıcı olabilir. En bireysel listelerin tartışılmasında dahi toplum için de bazı önerilerde bulunmaktan, bunları gerekçelemek ve tartışmaktan kaçınmanın mümkün olmaması, her bireyin yeni bir toplum kuracak kadar tartışmaya çekilmesi ne kaçınılabilir bir şey ne de akıl kârı.. 


...

Eşlerin birbirlerinden, ebeveynlerin  çocuklarından, çocukların büyüklerinden veya birbirlerinden beklentilerinde bir sorun görmediğimizde dahi beklentilerin geçerlilik dünyasının belli sınırlara sahip olduğunu da unutmamamız gerekiyor. Kural uygulamaları, yorumları keyfî ya da objektif kriterlere bağlı değildir. Tartışmaya açıklıkta, birbirine saygı içerisinde farklı davranmalara açıklık esastır.

Anne babaların çocuklarına dayatamadıklarını, dayatamayacaklarını sokakta insanlara dayatan kafa açıklarını önce kendi evinde verir. Görmediği sorun, mesele, yanlış yok addededilir sadece.

Mahalle baskısı denilen şey bazan toplumsal dayanışmadır. Bazan linç toplaşmasıdır. İnsanların birbirlerine karışmalarının toplumsal meşruîyet kaynakları vardır, ama, bu ihtimamın, birbirine sahip çıkmanın cennet ve cehenneminde olur. Otobüste metroda, şehirlerarası yoldaki zaptiyelikle magandalık, muhafazakârlıkla tacizkârlık arasında medcezir yapan ruhla, kinle, saldırganlıkla değil.

Karışmanın sevimli olabildiği halleri siyah beyaz türk filmlerine, ya da yakın döneme kadar devam eden mahalle hayatına göndermelerle tartışmaya çalışalım bir başka yazıda. 

Lakaytlık her daim demokrat ve medenî değil, burun sokmalar ise mazbut işi değil. Yazıyı acele tamamladık, bazı gerekçelemeleri atladık. Düzeltemedik. Fırsat buldukça, gün içinde düzelteceğiz. 

...

Başkasının akıllısı, delisi, dertlisi, mazbutu, çılgını, çalışanı, serbesti, mutaassıbı, sporcusu, çoluğu, çocuğu ile uğraşmak sanıldığı kadar "mazbut" bir iş  değildir. Senin evine dalmıyorsa, gelip de sofrana kalkmamak üzere oturmuyorsa. İşindeyse, gücündeyse, yolundaysa. Kimsenin bir başkasının sofrasında yer kapma, kendi kurallarıyla başkalarının kapılarına dayanma hakkı yoktur.

Kalıcı niyetle oturursa bir insan yanına, bir kuralın çiğneniyorsa, kendi kuralını da gözden geçirerek ikinizin de istediğini kapsayabilecek bir ufuk arayarak, yani konuşa konuşa, koklaşa koklaşa, insan gibi bir orta yol bulursunuz, hazır sunulmuş, üzerinde ufak değişikliklerle yürütülecek bir hayat tarzı kalmadığına göre. Tutar, tutmaz ayrı mesele. İnsan, uzlaşma talebi ve davet kendisinden gelmediği sürece, bir ufuk kaynaşmasına da kapısını kapatma hakkına sahiptir.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Ramazan Zaptiyeleri

Dertleri ne mazbutluktur, ne de kendi zulümlerini kontrol altında tutmaktır.

Oruç onlar için bir zahmettir. ”Oruç tutma zahmetine katlandıkları” için "kaytaranlara" kızarlar. Yemek varken aç gezdiklerine, hır gür varken barış içinde yaşama zahmetinde bulunduklarına, bakmak varken başlarını önlerine eğeceklerine, aldatmak varken kendilerine hâkim olacaklarına hayıflanırlar.

Onların biraz daha iyileri gibi görünen, hep istihzâyla gülümseyen, hor görücü ukalâlar ise başkaları ile yarışırlar. Başkalarını şikayet ve ispiyon ile kendilerini gösterip kırmızı kurdela kazanacak öğrenciler gibi dolaşırlar aramızda. Şiddet kullanmazlar ama; "başka"larına, hastalara, seferîlere, tereddüt içinde olanlara, farklı düşünenlere hayatı zından ederler. "Biz bunların inandıklarına inanamayız!" dedirtirler. Onların inandıklarına inanmamak insanlar için samimiyetin şartı haline gelmeye başlar.

Orucu zahmet, külfet görenler sabrı bilmedikleri için  takıntılarının nesnesine indirgedikleri şeylerden imtina etmeyenlere saldırırlar. Bakmamayı bilmedikleri için karşısında zayıf düştükleri her şeye bir süreliğine de olsa düşman kesilirler.

Kendilerini terbiye edemez onlar, etraflarını terbiye etmeyi önceleyeceklerdir. Dünya onlara uymalıdır. Nimet ortada görünmeyecektir; kısmet kendini saklayacaktır; karşı cins, gıda, bitki, hava, su onlar takıntı yaptıkları süre boyunca ortadan kaybolacaktır. Zahirde kıtlıkta, darlıkta kalınacaktır. İftarlarda ise kıtlıktan çıkmış gibi tıkınacaklardır.

Saplantının, takıntının bir yere kadar anlaşılabilirliği var. Tiryâkîliği biliyoruz: Bir yere kadar anlaşılabilir olan bir yerden sonra anlaşılabilir değil. Herkese saldıracaksa insan, oruç tutmaması daha iyi değil mi? Oruç mütecavizliğe yol açsın diye tutulmuyor ki, tersi söz konusu olmalı. Oruç saldırmamayı gerektirir öncelikle. Sabrın sabırsız kılabilmesi geçicidir, onun hâkim yanı değildir. Oruç açlıkla terbiye edilmiş mahkûmların işi değildir. Hür insanların medeniyet talebidir. Nefse hakimiyet boğaz üzerinden gitmez; çeneden, öfkeden, hırstan, baskıdan, zordan, şiddetten, bencillikten, görmemezlikten gelmelerden geçme, vazgeçmedir. Ramazan insanın kendisiyle uğraşma ayıdır, ayıplarını hatırlama ayıdır, kusurlarını kabullenme ayıdır.

Ramazan, elbisesi olmayan çıplağı, sen oruçken çöp tenekesinden yiyeni görmeyi ve tepki vermeyi gerektirir: Giydireceksen üstü başı olmayanı giydireceksin. Çöp tenekesini karıştırana yiyeceğini vermeden orucunu açamazsın. Sokağında bir susuz kedi bile inlemeyecek!

Başka birisi yemek yerse sana ne? Karşısında bir sorumluluğun yok! Adam aç değil açık değil, yiyor! Sen yeme! Ondan iyisini de yapamıyorsun ki: O kimseye saldırmıyor!

Karşında tıkınan belki açlığını aklına getiriyor ama, tafrasını yaptığın oruç kerhen oruç.  Orucu işkence olarak görenin oruç tutmasında ne hayır olabilir ki? Oruç dünyaya nimet yasağı, kıtlık buyruğu değil; insanın kendisiyle baş başa kalışı, kendisini gözden geçirişi, insanlık terbiyesini bırakmayıp devam ettirmesi.  Etrafına bak: Aşçılar nasıl tutuyorlar? Evlerde yemek pişirenler, o sofraları hazırlayanlar?

"İnsanlar birbirlerini eleştiremezler, insanların birbirlerine karışamazlıkları mutlaktır!" diyen de yok. O ayrı bir tartışmadır.

Ramazanın ruhuna çiğliği tasallut ettirmek ayıptır, yakışıksızdır, yanlıştır, eğer "ramazanın ruhuna zulümdür!" demeyeceksek!

9 Ağustos 2011 Salı

Refik Bey: Rüzgarın Uyutulduğu Zamanlarda




Refik Fersan'ı dinlememiş nesillerin geleceğimize açıldıklarını düşünemeyenlerdenim. Şeyh Galipsiz bir Can Yücel, Refik Fersansız bir Timur Selçuk aklımdan bile geçmez.

Gözlerinin rengi kadar kalpleri güzel olan kızların, mehtabı bulandırmamak için nefesini dahi tutmuş delikanlıların zamanından. Daha dünden, üzerinde buldozerlerle, gumpirlerle, testler ve giriş imtihanlarına hazırlıklarla, tatlı hayat arayışlarıyla tepindiğimiz yakın zamandan bir şarkı.

Bir başka icrası, Yaprak Sayar'dan:





Refik Fersan benim için saz eserleridir. İnceliktir. Klasiktir, klasik zevki yakalamış gündelik müziktir. Hatıraları estetiğimizin, zevk anlayışlarımızın, incelik tarihimizin köşe taşlarındandır. Her ne söylediyse, bilinmelidir.

Refik Fersan memleketimizdir. Yani memleketimizin bu rezil hale gelmeden önceki hali, kendi halidir!