7 Mayıs 2012 Pazartesi

CHP: Gelenekten Geleceğe (1)

1. CHP'de neler oluyor?

CHP bir dönüşümün sancılarını çekiyor. Ne yapılması gerektiğinin anlaşılması, dönüşümün konjunktürünün denk gelmesi, toplumsal dinamiklerine kavuşması hem bir farkındalık, tecrübe, örgütlülük, hem de sabır ve zaman gerekitiriyor.

CHP sadece kimliğini aramıyor, aynı zamanda toplumu temsil etme, toplumsal tasarımların bir praksiste oluştuğunu hatırlamaya doğru gidiyor.

Yeni şeyler eskinin reddi ile değil, ezberin hayata dayatılmaması, dün için söylenenin bugünün anlaşılması üzerine kurulmadığının farkedilmesi iledir.

Siyaset düşüncesi, siyasî tasarımlar bir praksiste, yani hayat içinde, faal olarak, aklı başında eyleyerek, eleştiriye ve yanlıştan öğrenmeye açık durarak oluşur, genişler, yenilenir. Yenilik icatlılık değidir, bir yerde ve bir zamanda kök salmışlıktan bakıyorluktadır.

Siyaset "nasıl olsa yanlıştan öğreniriz!" cahilliği ya da açıkgözlülüğü ile yürütülmez. Bilgi, tecrübe ezbere dönüştürülmeden hayata, halka, insanlara, dinamiklere, sorunlara bakarak, varolanı yeniden yorumlayıp temsil etmeye soyunarak bihakkın siyaset yapabilirsiniz. Aksi, "siyasetçilik yapmak" olur.

CHP kendisini bulmak durumunda. Ancak beklentiler, dayatmalar, müdahaleler ve meslekten siyasetçilerin ikbâl dertlerinden olmasa da ufuksuzlukları yüzünden biraz gecikecek görünüyor.

2. Dayatma ile kastınız?

Kimileri kendilerini memleketin sahibi görüyor, kimileri kendilerini bir düşüncenin/ideolojinin bekçisi olarak. Kimileri "hükümet komiseri", kimileri "parti komiseri", kimileri "kriter eşiği", kimileri "bilim, doğru, iyi ve güzel"in temsilcileri olarak müdahale ediyor ve kendileri gibi olmayanları iteklettirmeye çalışıyor ve itip kakma kültürünü ayakta tutmaktan başka bir şeyi canlı tutamıyor.

Öldürmeyen güçlendirir. CHP'ye çok müdahale oldu. Küçülmeyi bile tercih edebildi CHP müdahaleleri onaylamadığından.

CHP'liler halktan ve hakikatten başka patronları olmadığını kapalı kapılar ardında mırıldanmaktan vazgeçmeli, dik durmalı, doğru bildiklerini okumalıdırlar, açık açık, dobra dobra.

Demokratik siyasetin konsensus ve imkânlardan yola çıkma işi olduğu unutulmadan! Çılgınlık, gelecek zamanların imkânlarını kullanmak fırsatı bulunduğunda iş bitirerek değil değil, imkânlar adaletle ve geleceği yağmalamadan krediye dönüştürüldüğünde olur. Siyasette çizgiyi aşmalar bile "muhasebe" işidir.

3. CHP nasıl canlanabilir?

Siyasî kültür olarak dayanışmacı, çoğulcu, eleştiri ve tartışmaya açık bir yolu seçip hayata geçiremezseniz toplumsal dayanışmanın da partisi olamazsınız. Demokrat olmayan bir gelenek bir biçimde destek alıp çökene kadar meşruiyetini koruyabilir, ancak, bu bir demokraside, temsilî demokraside işlemez. Demokratsanız temsil edeceksiniz, fareli köyün kavalcısı gibi doğru/sihirli melodiyi aramayacaksınız. Söyleyeceğiniz zaten içinde yaşadığınız toplumun, dünyanın hakikati.

Halka yağcı olmak değil, onlardan aldığının hakikatini bulma, bir toplumsal veya siyasi tasarıma dönüştürme işi bu bahsettiğim.

Halkın taleplerinin kölesi de olamazsınız, halkın çobanı da.  Genel çizgilerde kalmak, özel taleplere eğildiğinizde temsilî ölçüler tutturmak durumundasınız.

"Hayır!" da dersiniz, size "hayır!" denilmesine açık da durursunuz. Yapmak istediğinizi kısıtlayan ufkunuz değilse, imkânlar, dengeler, şartlardır. Size "hayır!" denilmişse, beceriksizliğinizin göstergesi değildir bu. Siyaset ilgi, süreklilik, konuların takibini ister. Bazan siz talep edersiniz, bazan talep edilirsiniz. Yükselişteyken "odun koysak seçtiririz" demeyi düiünecek olursunuz, düşüşteyken ne yapsanız nafiledir.

Doğru rüzgâr, elverişli konjunktür de önemlidir, tesadüf saydığınız olay akışları da. Durumu yönetmek, yönlendirmek için bir parti, kurum, gelenek olmanız, bir dayanışma kültürü ve etiğinin şekillenmiş olması lâzım gelir.

CHP şu haliyle bir parti, bir halk hareketi, bir kurum değil. Ancak tarihi, hukuksal, tüzel anlamıyla bir parti. CHP'nin hakikati, hayatta şekillenmesi bir kitle partisi kalıbında. Bunlar sıfırdan başlaması anlamına gelmiyor, tersine, iktidar kazanmış partilerden daha uzaklara yönelebilecek bir ufukta yerleşikliği söz konusu. Geleneği, geçmişi, değerleri var sayılırken olmadığından bahsedilebilmesi kendisini hayatla ve hakikatle düzelten bir praksiste şekillendirmemesi ile alâkalı.

Eleştiriyi, talebi, toplumsal ilgiyi, derdi, tasayı alacaksınız; hem kendinizi hem de ezberiniz olmaması gereken tecrübeyi, bilgiyi, ilgiyi yorumlayacaksınız, yani, aktüalize edecek, sınanmalarına izin vereceksiniz. Toplumun ilgileri ile siyasi perspektif buluşmadan ne tasarımlardan bahsedebilirsiniz, ne temsil meselesinden ne de demokrasiden.

4. Şu anda CHP'nin yapması gereken ne?

Ne yapılmasının iyi olduğunu tarihin sonunda anlarız. Ancak tecrübe, akıl, izan bize bir şeyler söylüyor. Doğru geleni yapar, hakikatle esnersiniz.

"Teori" ya da "ideoloji" kavramlarına bir düşmanlığım yok, ancak, gündelik hayattan, siyasî gerçeklikten, praksiste olmaktan gelmeyen ve genel kuramlara, anlayışlara, ideolojlere katkı sunup onları genişletip düzeltmeyen bir anlayıştan teori ezbere, ideoloji yanlış bilince dönüşüyor. Yalanla yaşıyor, yalanla oturuyor, yalanla kalkıyorsunuz. Yalanla yaşama bir göz bağı. Siyaset bostan beygiri gibi yerinde dönerek yapılmaz. Herkes bunun farkında, ancak ezberi ezberle, kısır döngüyü içe kapanmakla aşmak hiç bir zaman için mümkün değil.

CHP'nin atması gereken ilk adımlardan birisi üyelerin partide söz sahibi olmalarını sağlamaktır. Bunu önce delegelik sistemini işleterek mi yapar, başka türlü mü gerçekleştirir karışmamızın anlamı yok. Tepeden inme delegeler, yukarıdan aşağıya adaylarla olmaz. Geçiş dönemi, olası kurultay savaşları bahanesi ortadan kalktı. Herkes istediğini yerleştirmeye, kendisini kurtarmaya uğraşıyor gibi görünüyor.

Üyelik sayısı sürekli artar, toplumsal endişe ve kaygılar kavranır ve yorumlanarak toplumsal eleştiri ve önerilere dönüştürülebilirse insanların çeşitli konulardaki tavrı da sürekli değişerek senkronize ve stabilize olur.

5. Herkesin kendi adamını yerleştirmesini saçma ve gereksiz buluyorsunuz yani?

Anlamsız buluyorum. Biz gençlik hareketinde en düşmanca ortamlarda, en ağır baskıların altında insanlardan destek alabiliyorduk. Üç iken beş, beş iken on, on iken yüzler, binler olabiliyorduk. Modern iletişim teorileri popkültürel gevezelikten ibaret. İnsanın temel özellikleri iki günde bir değişmiyor: Konjunktürel olan kayıplara karışır.

Kapsamlı iletişim teorileri açık diskur, baskı ve sansürsüz bir iletişim ve anlama anlaşmanın nasıl mümkün olduğu konusu dışında bir şey söylemez, bir kılavuz sunmaz. Elde olan meseleyi anlamak, konuya dair bir fikir oluşturmak için yeterlidir. Hayata dönersiniz. Reklamcınıza ya da bilinçaltına işleyecek iddianıza değil. Hakikati olan iddia çığ gibi büyür ve hedefini bulur zaten!

Dinamik bir örgütlenmede ezbere taraf olan insanlar bile ilgileriyle, alâkalarıyla, kaygıları ve sadakatleriyle yönlenir, yönlendirilebilirler. İyi siyasetçiler konuları, kaygıları hakikatleriyle buluşturur. Bu buluşturma hem gündemin şekillenişiyle olur hem de belâgatın alanında, yani, hitap ettiğinin ufkunda formüle edilerek. Ondan aldığını ona sunmak durumundasın zaten, istediğinin senin anlayışında ne anlama geldiğinin ona sunulması zaten konunun hakikatinde buluşma meselesidir de. Siyasî diskur doğal olarak talepleri hem işler, hem gözden geçirir, hem de talep edeni değiştirir. Bundan siyasetçi de kaçınamaz. Doğru dürüst siyaset yaparsan değişir ve değiştirirsin, daha geniş bir ufukta buluşarak, doğru bildiğinin doğruluğunu güncelleyerek, aktüalize ederek, hayatla buluşturarak.

CHP ölü şairler topluluğu, arkaik bir sekt değil. Toplumsal dinamikle ilgileniyor, akan zamanda tutarlı kalmakla beraber akıyor, eyliyor, düşünüyor, ilgileniyorsanız insanlarla ortaklık kuracağınız ve onlarla ayrışacağınız noktalar sürekli değişecektir.

İnsanları kaale alarak, bildiğinizi öğreterek, yani onlardan öğrenerek, kardeş bilerek, kullanmayarak, haklarına sahip çıkarak, meseleyi onların ve sizin kişisel çıkarlarınızın üzerine çıkararak "onun adamı bunun adamı" meselesini aşarsınız.

Kemikleşmiş, hakikatsiz, adaletsiz bir sadakat zulmün siyasetine yakışır. Hem gerçekçi değildir, hem insanı zedeler, ters yönde sosyalizasyondur, insanlığı çözer.

6. Bir geçiş dönemine kapalı değilsiniz sanırım?

Değilim, olmamamız gerekir. Ama geçici öneriler, uzatmalı, sonsuza kadar gitmeye talip bir geçicilik anlayışında sunulursa olgun hoşgörüyü de bayar, bıktırır, yorar.

Yoruluyoruz, bıkıyoruz, usanıyoruz.

Burada dikkat edilmesi gereken şey şu: Görünürde demokrat olanlar ile görünürde anlayışsız, sabırsız olanları birbirlerinden ayırt edecek bir aletimiz, detektörümüz yok. Siyaset ezberle, görünürdeki gerekçelerin sıralanmasıyla açığa çıkmaz. Bir çok uzlaşmaz görünen tavır daha geniş bir ufukta verimli bir biçimde bir araya getirilebilir, birbirlerini tamamlayıcı oldukları gösterilebilir.

"Geniş bir ufuk"ta bir ölçüde yönlendiricilik de var elbette: Farklı kavrayışların, ilgilerin ortak buluşma noktalarına doğru gitmelerini sağlamak ille de dahiyane bir hareket değil, dayanışmanın açıldığı yön bu.

7. Dayanışma yok mu, ya da yok mu oluyor sizce?

Dayanışma revanş topluluklarında oluşuyorsa, intikamın birleştiriciliği dışında bir insanî yönü, yönlendiriciliği yoktur. Oysa (toplumsal) dayanışma insanın kişilik, bireysellik oluşturma hanesidir. Dayanışma varsa insan var. İnsan varsa dayanışma var.

Toplumsal dayanışma sekteye uğratılıyor, evet. Yarım toplumsallaşma, güdük toplumsallaşma birey düzeyinde kişilik bozukluklarıyla; toplumsal planda, kollektif planda biraraya getirilemezlik, bir arada tutulamazlık, ortak nokta bulamazlıklarla da gözlemlenebilir, en kolay şekliyle ifade edersek.

Aslolan dayanışmadır. Toplumsal dayanışmayı program edinen bir siyasî parti gurupçuluk, ikbâl, günü kurtarma derdiyle boğuşmaz.

Gün "risk alma" yani toplumsal dinamiklerin önünü açma zamanıdır.

8. Normal bir toplum değil miyiz yoksa?

İnsanlar hiç bir şeyin çaresini kendiliğinden, oturdukları yerden bulmazlar. İnsan olmak varolanın üzerine oturma işi değildir. Bir toplum olarak devam etmek de yan gelip yatarak olmaz. Sürekli "zahmet edeceksiniz". Sürekli emek vereceksiniz. Hangi gül bahçesi kurmakla devam ediyor? Gül ile bülbülü hikâye ediyoruz, ama, bir de bahçıvan var. Emek var, aralıksız, biteviye. Hiç bir bahçenin, kurumun, kuruluşun, anlayışın geleceğine yönelik garanti belgemiz yok. Çalışıp çırpınacağız, hatalarımızdan öğreneceğiz, ama "hata iyidir, öğreticidir!" demeyeceğiz. Öğretici olan hatadan vazgeçme duygusu, anlayışıdır, bir başka açıdan.

"Normal olmama" bir başka toplumu normal olarak ele aldığımızda saçma sapan bir iddia. Kendi dinamiklerini kıran, boşlayan, unutan bir anlayışı düşündüğümüzde gayet ciddi bir yarımlık, sığlık.

Kurultay savaşları, kapışmalar tek başına CHP'nin sorunu değil. Demokratik bir zeminde dökülüp saçılmamız, toparlayıcı olamamamız bir ölçüde insanî, toplumsal sorunlara da tekâbül ediyor.

Bir başka açıdan önderlik, ufuk, perspektif sorunu. Bu şahıslarla değil, dönemlerle, zamanlarla alâkalı. Bir şeyler zamanla olgunlaşıyor. Bunu hızlandırmak bir ölçüde mümkün: Hayat karşısında kapalı durmayarak. Risk alacaksanız burada alacaksınız. Toplum olarak, toplum içinde davranış olarak şekillenmelere uğrayacaksınız.

Bu kadar bireycilik, bu kadar bireysel korku, tedirginlik, kısa vadelilik normal değil. Bu kadar normal olmama haline gömülü olmak ille de anormallik değil.

Bazı toplumsal sorunlarımız var. Bu her ülkede var. Yeterince sınanmadan hiç bir toplum açıklarını farketmez. Güçlü yanlarının üzerinde yükselmek ise bir kaçış, hakikatten uzaklaşma değil.

Biz güçlü yanlarımızın üzerinde değil, korkularımızın üzerine inşa ediyoruz siyasetimizi. Bu aslında karar teorileriyle siyaset belirlemek gibi bir şey. Anormal değil. Normal de değil. Yanlış. Sadece yanlış.

9. Karar Teorileri mi yanlış ya da yanlışa yol açan?

Yok, hayır! Karar teorileri ile düşünemezsiniz. Siyaset belirleyemezsiniz. "Elektiriği şöyle mi böyle mi sağlayayım, fabrikayı oraya mı kurayım buraya mı kurayım, hangi ham maddeleri işleyeyim, Sofie hangi çocuğunu kurtasın?" diye modeller oluşturur, seçenekleri gözden geçirirsiniz. En kötü ihtimale açık alternatifi eleyip en iyisini/kârlısını mı seçeyim; doğrudan en iyisini/kârlısını mi seçeyim; en az zararlısını mı v.b. modelleştirir, gözden geçirirsiniz.

İnsanlara, tabiata birim başı paha biçip hesaplayarak karar teorilerini kullanan "sosyal refah devletleri" de var. Gene de kararlar daha karmaşık preferensler kullanarak, ihtiyaç hiyerarşileri kurarak veriliyor.

Kararı veren dayatılan karara da mahkûm, çoğu kez.

Bizde korkularımızın üzerinden siyasi çizgi, dil, hakikat iddiası belirleme durumu söz konusu. Bu siyasî diskurun, hayat dünyamızın baskılardan azad(e) olmadığına işaret ediyor. En az riskli yol seçiliyor diyelim, başımıza geleceklerde mi aranıyor risk, seçtiğimiz yolun topluma getiri/götürülerinde mi?

Nükleer santralin çöküşü ile kaybedilecek insan, insan sağlığı, canlı bazı modellemelerde para birimi ile puanlanıyor. Buna risk puanı da verilebilirdi. Öyle ya da böyle, bir karşılaştırma modeli oluşturuluyor kaza belâ durumları için. İnsanî bulmama hakkına sahibiz, saçma da bulabiliriz. Bizde bu "ne düşüneceğimiz"e bile uygulanırken asıl uygulama alanlarında saçma, gayrı insanî ya da sığ bulabiliyoruz. Hiç bir karar modellendirildiği gibi alınmıyor hakikatte, hiç bir düşünce de korkuyla ehven-i şer hesabına dönüşmüyor.

Ehven-i şer hesabıyla seçilmemiş de olsa, düşünce kendisini ele veremiyor, hakikaten ne savunulduğu diğer savunulanlarla özgür bir diskurda karşılaşıp gözden geçemiyor. Korku, baskı ve müdahalelerin diskuru kapatmasındandır, karartmasındandır bunlar.

10. Burada "neden düşüncemiz sığ görünüyor"a da cevap arayabilir/bulabilir miyiz?

Zahirdeki sığlık zaten savunucusu tarafından gözden geçirilmeye değer görülmediğinden bir kollektifte hakikatiyle sınanmış düşüncelere dönüşemiyor. Zahirdeki sığlık, sığlığın ideolojisine dönüşüyor.

Sığlık, her hangi bir ideolojinin kendisindeki sığlığın ifadesi değil. Üzerinde tartışılmamışlığının, hakikatinde ele alınmamışlığının sonucu. Tüm siyasi partilerimizdeki sığlık düşündüğünü söylememe, söylediğini düşünmeme ile alâkalı ve "pragmatik" olmakla alakalı değil.

Düşüncemizin olmadığına dair yanılsamamız demokrasimizin olmaması, akademik özgür bir diskurun olmaması ile alâkalı. Sanıldığının tersine, düşüncemiz var, hiç de sığ değil ancak "kenardan geçmekte". Marjinallik ifadesi değil, çünkü varoluş tarzımızla da alâkalı.

Cemaatlaşmalar her şeyin bir cemaatinin, topluluğunun olması anlamıyla olumlu iken; kapalı topluluklar, kapalı dayanışma toplulukları olarak gerçek toplumu ve toplumsallaşmayı marjinalize edicilikleriyle olumsuzlaşıyorlar.

Sol dergiler eskiden tartışma dergileri iken bugün aslında marjinal olan ana akım sol dergiler bir "sapmış düşünce" bulup ona saldırabiliyorlar, onunla tartışacaklarına, ona kapı açıp ufuk sınayacaklarına. Tema dergileri daha da beter, iç sınanmaya bile kapalılar.

Düşünce kenarda, "marjinalde" devam ederken marjinal değil, "kenardan geçiyor".  Diğer ülkelerde düşünce sönerken bile merkezde ve işe yarıyor, bizde canlanırken bile sürgün, sürülmüş ve bir katkıda bulunamaz görünüyor. Entellektüel dergiler ve çevrelerin antientellektüalizmin kaleleri olduklarını; olumsuz anlamda, yani dışa kapalılık anlamında cemaatleştiklerini gözlemlediğimizi vurgulayalım. Kenardan geçen kendi topluluğunu kuramıyor: Özgür, yamultulmamış diskur kenarda kalmanın işi değil. Kenar kuşatabilir, merkeze yürüyebilir. O halde, merkezdeki çürümeyi, tahkim edilmiş düşüncesizliği, ihtimam eksikliğini, dayanışma düşmanlığını kenara almamız, toplumsallaşma dinamiklerine tabi kılmamız lâzım.

(devam edecek)