Deneme
Eleştiriler
Basın-Yayın, Kitap, Gündelik Hayat, Yeme İçme, Tiyatro, Sinema, Kültür, Sanat, Edebiyat, Müzik, Dans, Popüler Kültür, İdeoloji Eleştirisi
24 Temmuz 2021 Cumartesi
Ayıp Derler Sevdaya Düşen Ağlamaz (Antep)
Kaynak Kişi: Fırıncı Tahir
Derleyen: Emin Aldemir
Repertuar no: 2283
Bestekâr: Ahmet ...
Ayak/Makam: Hicaz
Antep
Kulaktan dolma sözlerlerle türkücülerin söyleyişlerine, şarkı türkü sözü sitelerinin birbirlerinden kes yapıştır yapmasına, düzeltme, redaksiyon dertlerinin olmamasına ne denir?
Geçimini müzikten sağlayan profesyoneller bile ne geleneği biliyor ne librettoları ne de şirimizi.
Çocukluğumuzda "kendi düşen ağlamaz" yerine "sevdaya düşen ağlamaz" diye okunurdu. "Kendi düşen ağlamaz" ile "sevdaya düşen ağlamaz"ın dönüşümlü kullanıldığını da gördüm. Antep'e karışmam, ama Antep dışındaki kültürel hafızamızı oluşturan ciddi meşk ortamlarında sevdaya düşen ağlamaz şeklinde okunurdu. Buralardaki kendini yeniden ve yeniden orijinal eser ile düzelten dinamik ayrışmaya itiraz edilmez, etmem. Bazı sözler damıtılırdı, Muş'un Huş yaplıvermesi gibi mantık yürüterek değil, bazı ortak söz kalıpları kullanıldığından, nükte makamdan, ritmden, hevadan okunabildiğinden. Dil sürçmesi ile nükte, kopuş, sanat ayırd edilebiliyordu olgunlaşmaya bırakılan mahzen, meşe fıçı gibi sohbet/muhabbet/meşk ortamlarında. Çoğu türküde, halk şiirinde öyledir dilden dile dolaşarak törpülenir, incelir. Zaten aşığın hafızasını da onlar oluşturur. Sağlam meşk ortamları her parçanın intersubjektif elden geçme, olgunlaştırma duraklarıydı. Şiir de öyle son halini alırdı.
Bizim evler, bizim eski yaylalar da Ankara Hamamönündeki bir konak gibi sözün, sesin ulaşıp olgunlaşmasına tanık olunan yerlerdendi. İzi bile kalmadı. Karaşar Zeybeği hakkında okurken Ankaradaki (Hamamönü) konağın restore edildiği duygusuna kapıldım. Bayram Aracı'nın müzikal anlamda olgunlaştığı ortamlardan.
Benim görebildiğim kadarıyla, bu parçayı en güzel tavırla söyleyen Nevşehirli Özdemir Başaran idi. Hüzünlü, mağrur, görmüş geçirmiş, yaralı, dimdik, geleceğe hitap eden bir edayı aktarırdı. Tezenesi Yozgat Sürmelisi, Kastamonu, Nevşehir; Ankara tezenesi arasında bir yerdeydi. Uzun yıllar Osmancık'ta yaşadığı için (orman ve hazine avukatı olarak) böylesi bir kesişme alanında olan Osmancık Tezenesini de o ayakta tutardı. Topal Koşma'nın (Kastamonu) ara nağmeleri vb bir fikir verebilir. Kastamonulu Sarı Recep dinlenebilir meselâ bir geçiş noktası olarak.
Özdemir Bey Tamburacı Osman Pehlivanı usta olarak görürdü. Neşet Ertaş'ın sandığımız bazı parçalar Tamburacı'nındır. Tamburacı Osman Pehlivan tüm coğrafyamıza hakim olduğu için tavrı, edası tezenesi de çok katlı, çok yönlüdür. Hem her yöreden öğrenmiş hem de her yörenin tavrına bir biçimde girivermiştir. Bahsettiğim Osmancık tezenesi yorumlanmış bir tezeneydi, Osman Pehlivan ile bir biçimde buluştuktan sonra. Sarı Recep Usta da Osman Pehlivan ile meşk etmişti. Özdemir Amca'nın Osman Pehlivan ile tanışıp tanışmadığını bilemiyorum. Tanışsa da o yıllarda birlikte meşk etmeleri mümkün değil. Tamburayı eline ileri yaşlarında aldı, ya da tamburaya ileri yaşlarında kendisini verdi. Osman Pehlivan'ın Deniz Kızı Eftelya ile oluşturduğu türkü arşivinde Sarı Recep'i de işittim gibime geliyor. Kalan Müzik kısmen çıkarmıştı bakmak lazım.
Müziğin olgunlaştığı ortamlar sohbet ortamlarıydı, yazılı sözlü edebiyatın, fütüvvetin miras bıraktığı ortamlar.
Bıraktığım video Muzaffer Akgün'e ait. Ciddi insandı. Bakalım o nasıl söylemiş.
2 Eylül 2013 Pazartesi
Mısır Gözden Kaçırılırken
Dün "Türkiye ve Mısır konsensus politikaları izlemeleri halinde Mısır'da İhvan yeni bir seçim ile siyasî hayata geri dönecektir" demiştim.
"Türkiye ve Mısır" demem sadece Türkiye tecrübesinin dayatılmadıkça, kendi tecrübesin, edinmesine engelleyici olmadıkça Mısır için önemi olacağını farketmemden değildi. İhvan'ın AKP'lileştirilmesi/liberalleştirilmesi ve dinî radikal hareketlerin demokratize edilmesi uluslarası iktisadi sistemin ve pazarların entegrasyonunun önemli bir parçası olması ve beklenti oluşturacağından dolayı idi. Tasarım yerel hattâ bölgesel değil uluslararası bir konsensusun değilse de mantığının bir parçası idi.
Uluslararası bir oyunun aktörlerinin kendilerini yerelleştirmeleri başkadır, ufuklarının yerelleşmesi, bölgeselleşmesi başka. Burada "oyun"u nötral, interaktif anlamda kullanıyorum: Hukukî, siyasî, sosyal alanlarda bir birini davet eden, çağıran eylemliliklerin içerisinde.
Türkiye'nin Mısır'a "dik duruş ve tavizsizlik" mi, dik duruş ve tavizsizliğin arkasında olması gereken toplumsal dayanışmacı ve konsensus kurucu tavrı mı empoze ettiğini bilemiyoruz. Mısırdaki olası gelişmeler mi Türk Hükümetin'in Gezi Parkı politikalarını belirlemiştir; tersi, yani, Gezi Parkı analojisinin Mısırda durumu okumada bir eksikliğe yol açması mı söz konusudur şimdilik speküle etmek istemiyorum. Mısıra Gezi karşıtı gösteriler önerildiğinde darbe ihtimali farkedilmemiş mi idi, resmi görüşmeler, yapanlar siyasetten de gelebilecek bu ilk tavra nasıl bakıyorlardı ileride açıklığa kavuşacaktır, muhakkak.
Henüz devrilmemiş İhvan hükümetine türk hükümetinin taktik verdiği söylentiden ibaret değil. Bazı önemli görüşmelerin olduğu bizzat hükümet sözcüleri tarafından beyan edildi. Burada durumu okuyamama Türkiyeden gelen önerilerin sonucu mu söz konusu oldu, Mısır mı aklı başında önerileri değerlendiremedi bilemiyoruz. Her ne kadar Gezi Parkı Direnişi rasyonel bir biçimde yönlendirilemediyse ve hattâ Mısır ve Filistinde Gezi karşıtı bir hareketlilik hükümete yakın çevrelerce proveke edildi ise de resmi görüşmelerde, özellikle mesele Mısır'ın meselesi olarak ele alınabileceği olgunluğa geldiğinde serinkanlı ve akıllı davranılmamış olabileceğini bir ilke olarak düşünmemekte fayda var.
Nasıl her dik duruş ve restleşme direniş ve toplumu yeni bir konsensusa taşıma eylemi değilse, her itidal çağrısı ya da hareketi de yatıştırıcı ve yapıcı değildir. Direniş yeni bir konsensusa açılabildiğinde, demokratik kuruculuk kazandığında meşruiyet kazanır, baştan her olası eylemlilik ve yaptırım için onay sağlayacak peşin meşruiyet yoktur. Hukuk içinde kalırsın, hukuku meşru kılacak bir red hareketinin içinde olursun, eylediğinin okunurluğu ve tasarımsal anlamda paylaşılabilirliği söz konusu olur ve en zor durumda dahi eleştiriye açık ve hatandan dönebilirlik yeteneğine sahip olduğunu gösteririsin.
"İhvan nerede hata yaptı?" sorusunu sormuyoruz. Bu soruyu gayrımeşru görmesek de. Evet, hırsızın da kabahati vardır. Darbeyi kınama ve eleştiri "Darbeler nasıl engellenir?" konusunda bir el kitabı da sunmaz, buna da dikkat etmek lazım! Kriz yönetimleri kadar demokrasilerin sandıktan ibaret olmadığını, hem gündelik doğrudan demokratik meşruiyet kanallarını hem de direnişin hukukî meşruiyet dışındaki toplumsal dayanışmayı tazeleyen meşruiyet iddiaları olarak konsensus kurucu hareketlerinin farkında olmak gerekir.
Mısırdaki darbeye darbe diyemeyen modernlerimiz az değiller. Muhafazakarlarımızın da Mısırdaki gelişmelere analojilerle bakışı aynı araçsallığın, kendisi üzerinden bakışın bir yansıması. Dökülen gözyaşı ya da dönülen sırtlar kendi çıkar ve dertlerinden geliyorsa konuştuğumuz ya da tartıştığımız Mısır değildir zaten.
Eskişehirde karanlık bir sokakta devlet çetelerle yol ve ceza kesiyorsa, milisleşmeye yol açan bir soğuk savaş siyaseti izlenebilmişse Mısır'da dökülen kana resmî tepki de araçsal olacaktır. Kendi baltacını taltif ederek başkasının baltacısını telin edemezsiniz!
Kendi direnişinize palalıların saldırısına tepki gösteriyorsanız, başkalarının direnişine keskin nişancılarla müdahaleye de tepki duymazsanız, duyamazsanız insanlığınızı, naivitenizi, duyarlılığınızı yitirirsiniz.
Ben aktivistlerin her şeye yeterli olmaları gerektiğini düşünmeyenlerdenim. Yapmaları iyi olan ama yapmakta yetersiz oalacakları çok şey söz konusudur. Kurumlardan, devletten, partilerden beklentimiz elbette daha farklı olacaktır. Devlet birey/toplumsal tepki karşılaşmalarını eşit düzeyde bir kapışma olarak görmemek gerekir. Meydandaki pusuya düşmüş İhvan için de bir Hükümet olarak İhvana yapılabileck eleştirilerle gitmemek gerekir. Eleştirisizlik değildir bu eleştiride yerindeliktir. Bazn zayıf taraftan daha fazla şey beklemek rasyonel olan taraf olarak zayıf tarafı görmekten, zayıflığın gücünü farkediştendir.
"Mısır'da darbe değil devrim oldu!" diyenler Mısır devriminin İhvan tarafından kapıldığını iddia ediyorlar. Bu rasyonel bir iddiadır, tartışılır, ancak devrimlerin hep öyle olduğunu akıldan çıkarmadan: Bolşevikler menşeviklerden, çarşı fedailerden bir şeyler kapmıştır. Bazan hareketi, bazan devleti, bazan geleceği. Buradaki "darbe" ile "devrim" kavramları dönüşümlü olarak da kullanılabiliyor zaten. "Darbedir!" diyenler telaffuzlarında çoğu kez "devrimler" ile halk hareketlerinin konsensus arayan, meşruiyet kanallarını açık tutan/açan kabarışlarını mı kastediyorlar emin değilim.
Darbeye mi demokrasiye mi karşı olduğu anlaşılamayan dayanışma argümanları ile darbeye mi kendi demokrasilerine sahip çıkma mı olarak yorumlamakta zorlanacağımız sığ ve insafsız sırt dönüşler aynı iletişimsiz soğuksavaş türemesi siyasetin işi.
Kimi buradan silahlı direniş çağrısı yaparak burada göz dağı verip orada katliama malzeme veriyor; kimi orada devrim olduğunu savunarak burada demokrasi modellerini sömürgeler için demokrasi beklentisine indirgiyor. Duyarsızlık retorik farklı olsa da aynı araççı, faydacı alâkadan kaynaklanıyor. Nereye baksa kendisini görenlerin sosyalleşemeyen siyaseti olarak.
Mısırdan beklentilerimiz olabilir. Hatta bir şey beklemememiz de söz konusu olabilir. Ne beklentilerimiz Mısır'ı karikatürümüze dönüştürmeli, ne de beklentisizliğimiz "bize ne"ciliğe yol açmalı.
Mısır kendi deneyimini bir süreklilik içerisinde kurumlaştırarak kendi etkin tarihselliği olarak geleneği, geçmişi, ezberi ve hasret ve hasletleri ile hesaplaşarak gelecek nesiller(ine)e aktarmalı. Buna destek olmak farklıdır, kendi "tarihî" misyonumuz içerisinde onların rolünü araçsallaştırmak farklıdır.
Özdeşleşmek Mısır'da İhvan için de bir sorun olmuş olabilir. Gezi Direnişine ezbere düşmanlığın kendi tarihselliklerinde kayba yol açmasındaki gibi. Buna aracı olan pragmatik hakikat kaybı olarak zarar vermiştir demekle yetinelim, talî bir vurgu olarak.
Gezi'nin Yeni Tahrir oluşumu ile özdeşleştirilerek şeytanlaştırmasının Türkiye açışından "büyük siyaset" olarak belirlenmesi Mısıra da zarar verecektir. Hakikatini kaybetmiş dostun dayanışmasından korkmak gerek.
Türkiye hem kendi dinamiklerini kavramayan, ideolojiyle yetinen fonsiyonerleri aydınla değiştiştirerek akıl kaybına uğrayacak; hem de toplumsal hareketliliği rayından çıkaracak hatta müdahaleye açık bırakacaktır.
Mısır Halkı da Türkiyenin iç kapışmalarında taraf edilirken, dış siyasî şekillenmede devre dışı kalacaktır. Mısır siyasetini Türkiyedeki iktidar değişikliklerine duyarlı kılmak ve tersi Türkiyedeki iktidar değişikliklerini dış siyaset açısından imkânsız hale getirmek demokrasinin kendini yeniden ve yeniden üretebilen süreçlerinive diyalektiğini baltalamaktır. Kurumlar kendini regüle edebilir ve bu yönetilemezlik, yönetemezlik pahasına olur çoğu kez: Mutlak hakimiyet hırsı, hakimiyet kaybı planlamasıdır. Aklı başında siyaset kendinden sonrakinin önünü tıkamayı ve alternatifsizliği hedeflemez. Seçimle gitmeyi biliş cepheci siyasetin rasyonalitesinin test alanıdır.
Seçimle gelmeyi biliş ise topluma empoze bir siyasetin değil, toplumsal kaygının, duruşun, hakikatin ifadesidir.
Popülistlerin iktidara gelmesi demokrasinin; herkesi kendi taleplerinde birleşteştiremedikçe halkları kabul edemeyenlerin devrimleri sorunludur da konsensusa değer verenlerin, toplumsal dayanışmanın ifadesi olarak demokrasiler ya da devrimler sorunsuz mudurlar? Sorunda sorun yoktur! "Sorun varsa çözersin!" ile değil, sorun çözerek ilerlersin.
Demokrasi praksis işidir. Devrim de. Bilgi de. Ahlâk da. İnsanlık da!
Mısır'a geri dönersek: Bir endüstri imparatorluğu olarak Ordu'nun dönüşümü başlamıştır. Mesele edilecektir. İhvan'ın siyasete dönüşü diye bir şeyden bahsedemeyiz zaten siyasettedir. İktidara dönüşü bir yerellik olarak uluslararası dengelerdeki rolüne de bağlıdır, tartışmalı bir konudur. Büyük aktörler herkesin eteklerindeki taşları dökmesini beklemededirler, sessizlik kimseleri yanıltmasın, en iktisadi ve tasarruflu yolları seçeceklerdir. Mısır kendi deneyimini kazanmadan, Mısırdaki siyasî hareketler başka ülkelerdeki dostlarıyla sembiyotik ilişkilerini koparıp bağımsızlaşmadan gerçek bir dayanışma ve eleştirel bir diyaloğun tarafı olamayacaklardır.
Siyaset praksiste olgun tutulur, buzdolabında değil. Genç hareketlerin bir biçimde olgunlaşır, olgun hareketler bir biçimde praksisten koparlar. Praksisten kopan hakikatinden de kopar.
Olgun bir siyasi hareket eleştirel alışverişten ve demokratik bir zeminde rekabet ettiği rakiplerden korkmaz. Hem sürekli yenilenmek, hem de sürekli kendisi kalmak zorunda oluş zorlayıcı olduğu kadar verimlidir.
Mısır'da kan dökülüyor. Toplumsal kuruluş çatırdıyor. Bütün hareketler en ağır biçimde sınanacaklardır. Kendine acımak, geçmişe sığınmak diye bir şey yoktur, bunu dışardan insanlar yapacaktır. Siyaset sürekli yolllarını aramak, toplumla iletişim kanalları ile bağını açık tutmak zorundadır. Gerçekçilik ufuksuzluğa dönüşmedikçe her siyasi hareketin ana çizgisi olmalıdır. Gerçekliği geleceğe iletişimsel anlamda bağlayan gelecek tasarımları, iddialar, beklentiler, ütopyalardır.
Mısırda söz konusu olan darbedir. İhvan iktidarı da devrimin kendisi değildi, bir parçasıydı, dönemiydi diyenlere de, demeyenlere de bir itirazım olamaz. Benim için aslolan hak, hukuk, adaletin kaybedilmemesidir, nesnelerinin ve öznelerinin etiketlerinden bağımsız olarak.
Mısır da uzun ince bir yoldadır. Emek ile, çile ile de olsa halk kazanacaktır.
Siyaset birikimini başarı pragmatiğinden değil, hatalarından, başarısızlığın diyalektiğinden kazanır. Siyasetin pragmatiği başarı pragmatiği olmadığında başarıya açıktır.
Dönemsel başarıların değil başarının taklidi yani başarı(nın) pragmatiği sorunludur. Tekrarlanamazlık evrenselleştirildiğinde, tecrübe duvara çarpmış olmaz, duvara çarpmayacak tecrübe/mutlak tecrübe asla olmasa da.
Kendi tecrübesini edinmişlik, kendi temkinini, yanılabilir siyasî duruşunu, hataları avantaja çevirme yollarını getirir.
Eleştiriye açıklık, hatasızlık iddiasında bulunmama, her şeye peşin bir cevabı ya da çözümünün olmaması siyasî hareketlerin olmazsa olmazıdır.
(Bizden bu kadar, Efendim. Zamanım bu kadarına yetti. Düzeltemedim. Eksik, yanlış mutlaka vardır, çoktur, madem yazmak zorunda bıraktınız, gerisini siz getirin, bize de öğretin elbette.)
Huzursuz Modernler ve Bilmiş Muhafazakârların Atabilecekleri Hiç Bir Adım Yok!
Herkes kendilerinin yanına gelecek. Bir tavizleri, ikna edici argümanları, üçüncü bir yolları olmayacak. Ahlakından koparılmış şekli, o keskin teneke kılıçlarını ufkumuzda sallayıp duracaklar.
Ne kadar akıllansalar, uslansalar, dinlemeyi öğrenmiş olsalar da döküp saçtıklarının hesabını vermemeleri, ipin koptuğu dönemi unutmayı ve unutturmayı görev edindikleri için bir türlü herkesin içinde konuşabildiği bir hayat dünyasının dilini perdelemekten vazgeçmeyenler onlar.
"Size yapılanlar geçmişte kaldı!" toplumun iki yakasını bir araya getirienlere söyleyebildikleri tek söz. Umut gelecekte. Umut otantikte. Umutları şimdi aramızda olmayan bir çiçeğin açmasında. Oysa her otantik hareketlenme, arayış terörize edilecek, hayatın bin bir haliyle karşılaşacak, sulanacak, mantarlanacak, yosun tutarak filizlenecek.
Geçmiş tecrübe ve düşünce lafzda önemli. Geleceğe güvenleri geçmişe yönelik bir hakkı teslim etmeme inatlarından ibaret. Geçmiş kuşakların bugüne taşıyacakları şeylerden çok, kendi geçmiş duyarsızlıkları, sırt dönüşleri, satışları, linç seyircilikleri, tanıklığı reddedişleri ile hesaplaşmadan kaçıştan ibaret. Vicdansız, hafızasız, kanamayan bir kalple kazanılmışın şekil tapınağını savunmaktan ibaret.
Öz ancak hakikî oluşta şekille bir anlamda örtüşür. Sosyal şizofreni diye bir kavram olsaydı bir çeşit sosyal vicdan kanamasına da tekâbül ederdi. Bu yok. "Kutsal şekil"lerine gömülmüşlükleri bir koruyucu, bunalımsız kılıcı köpük.
"Hastalıklı bir toplum" saçma bir analojidir, ancak mecazen önemlidir. Hasta, kanayan, sancıyan bir toplum geleceğini de bugünüyle, bugündeki etkin tarihsellik olarak geçmişiyle hesaplaşarak arar.
Geçmiş bir kendileriyle hesaplaşma olarak mevcut değil.
Bir hayalet gibi kenarda, tutuşan bir ufuk gibi tepelerinde, aralarında izledim üç haftadır: Toplumun yarısını yok sayarak, bu yarılan hamuru yeniden karacak bir ufku dışlayarak gelecek konuşanların umabilecekleri bir şey yok. Onlardan umabileceğimiz pek bir şey yok. Biraz daha liberalleştikleri, itirazı dinleyebildiklerini gözlemlememiz dışında: Dinliyor ve bildiklerini okuyorlar.
Toplumlar değişir. Toplumlar yeniden şekillenir. Geleceğimizin hamuru başka türlü de karılabilir.
Bizim hakkımızın teslimi ile bize verebileceğiniz bir şey yok, kendi geçmişiniz ile buluşmanın dışında: İstediğiniz gibi olma ihtimali taşıyan geleceğin bilinemezliği geçmişin yanılsamasız tecrübesi ile buluşamadığında en fazla ona dönüşür yeniden yeniden.
Önünüzü açabilecekler, bu kilidi çözebilmeleri için insaniyete dönüşünüzü bekliyorlar, o kadar! Etkin tarihsel bugününüzle hesaplaşmanız, yani geçmişi vicdanınızda tamir sizlerin ara kuşak olup olmamanızla ilgili tercihiniz.
Hakiki olanın dinamiği kaybolmaz. Kayıp kuşak sizdiniz. Sizsiniz.
20 Ağustos 2013 Salı
Yakiniyyât-ı Yakiniyye ve Her Bir Şeyi "Yakinen Tanıyanlar"
"Yakından tanıma, yakından görme, yakını olma" ile kendi gözüyle bilirliğe, görmüşlüğe işaret eden ayne'l-yakin alâkalı değildir. Görme ve bilmeyi kendi deneyimiyle, şahâdetiyle kesinleştirmedir, nakli aradan çıkarmadır. Birilerinin yakını olarak edinilecek bilgi söz konusu değildir.
"Ayne'l-yakin"de biz ezbere, kulaktan değil, görerek yaşayarak, tanıyarak şahit olmuşun dünyasına işaret ederken bile yakından bakmışlığımıza değil; bilginin veya bilmenin kesinliğine, şüphe götürmeyecek oluşuna kendi tanıklığımızla (naklî olana tezat hâlinde) işaret ederiz.
Yakından tanıma subjektiftir ya da subjektif olmasında mahzûr yoktur. Ayne'l-yakin subjektif değildir, subjektif olması yakinî yanına gölge düşürür.
Muhafazakâr aydın kendini yakiniyye'ye per definition yakın hissederken yakiniyyâtın çetrefilini ve çilesini kendi gözüne indirgemekte bir beis bulmuyor olmalı. "Gelenekçilik geleneklilik değildir!" dedik durduk: Geleneklilik ufuk açıklığı, tartışmaya açıklık ister. Doğuştan, kendini tanımlayarak ya da aidiyet ile kesinlik ve kat'iyyet edinmişlikten konuşmaz bilgi ve bilme peşinde koşan.
İnsan fânidir, insanî biliş tarihseldir, bir yere yerleşikliktendir, tüm zamanlar için söyleyip kendisinden sonraki yorumu ve entellektüel faaliyeti boşa çıkarış değildir.
Kendi gerçekliğinin hakîkati üzerine konuşmak, hakîkatin sahibi oluş da değildir: Tevâzûnun kesinlikten bahsedişi cahilin subjektif deklarasyon ve hezeyanlarından daha tartışılır bir noktadandır. Hakîkat dediğin anda karşı iddiaya açık durmuş olursun zaten. Hâliyle.