İyi ki Yaşıyosun be Yeğenim! |
Doğuya insanlık dersi veren, eleştiriyi önce kendi gölgesine, dehlizlerine yöneltmeyenlerin mahzenlerinde kapalı kalan kan kokusu bizde insanlık komedyası olarak sahneleniyor bazan. Hayal edilebilen, başımıza da gelebilir. Gülünecek bir şey yok!
Doğacak çocuğun kaş göz rengini seçmek bile biyolojik bir savaş ilanı belki. Belki de olmadığını seçme bir başka komedya?
Kafka, İbn Rüşd, Gazali, Farabî, İbn Sina gibi görünmek istemiyor artık onların torunları tohum/ gen bankalarında nesillerin nasıl görüneceği seçilirken.
Neye yatkın olunacağının seçilmesi ise belki bir parametre olarak kaydedilmişliğiyle mümkün, ancak ya hakikatiyle?
Bir insan nasıl yetişir, bir eksikliğin fazlalıklara, fazlalıkların eksikliklere dönüşmesi, hattâ tırtılın kelebeğe, kelebeğin gölgeye dönüşmesi nedir bilen var mı gerçekten bütünüyle?
Bir aklıevvelimiz buyurmuşlar: Suçlular, fenalar, yaramazlar ayıtlansın! Ey aklıevvelimiz kendisini eleştirmeyi bilmeyen bir çok sonradangörme bunları denedi, sınadı. İnsan genetikten, potansiyelden ibaret bile olsaydı, bu dili okumayı hakikaten bilen var mı, olabilir mi?
Genetik kodlama bir birini dengeleyen etkileyen bir sistemin dilinde belki biraz anlaşılır. Her harfi bir ses, her uzantısı bir fonksiyon değil.
Eski kriminolojide uzun kollular hırsızlığa yatkındılar, bugünün zevkiyle mankenliğe. Bilim hâlâ ve hâlâ bildiği ve bilebileceğinden fazlasını vaad ediyor görünse de, bilimi zahmetsizliğin hizmetkârı ve en üzst noktasına ulaşılabilir/ulaşılabilecek/ulaşılmış gören cehalletten daha bilge bir duruştan temsil edilir çoğu kez. Alanlarının malumatlılarının zirzoplukları ve cahil cesaretleri az rastlanır bir şey olmasa da.
Genlerin haritasını çıkartmak başka, onları birer fonksiyona, defekte, imkana tekabül ettirmek başka. genler ve genetik olmayan bin bir fizikî kodlama arasındaki alaka, etkileşim, eytişim biliniyormuş, nihai olarak bilinebilirmiş gibi.
"Şüphe etmeyiniz!" bildiğiniz kadarıyla eylemeyi buyuran bir imperatiftir, entellektüel pasifliği değil, evet. Ancak "tereddüt ettiğinizi yapın, farketmez!" anlamına da gelmez. Bilginin praxiste gelişmesi, insan eylemesinin teoriyi hayata geçirmek olmadığı ile alakalıdır. Şüphenin kötü ya da şeytani olması değildir mesele, eyleyerek, hareket halinde hakikatle kurulan, kendisini düzelten, işleyen bilinçtir önerilen, sunulan.
Bildiği kadarıyla eylemek el yordamıyla, çaresizliğin sınırlarında mucizeler sunabilir evet. Kök hücre uygulamalarının gerçek mekanizması, imkanları, komplikasyonları, kodu tümden hatta kısmen çözüldüğü ve sözümüzü dinlediği için işlemez, işleyenin o olduğu anlaşıldığı için, sınandığı için işler.
Nasıl penaltı atılacağını bilmek topun mekaniğinin, hareketinin, fizikokimyasal şekillenmelerinin bilgisi değildir. Penaltı atan iyi bir fizikçi olduğunda da penaltının ufku, duruşu başkadır.
Bir hekim kök hücre naklettiğinde oluşum, dönüşüm süreçlerine yabancı değildir. nasılını bilmesi nedenini bilmesini de garanti etmez. İşlemin nasıl'ı nasıllar içinde herhangi bir nasıl da olsa mevzunun niçinine açılan bir kapıdır. Bir açıklamaya muhakkak ulaşılır, ancak açıklamanın niçinin kendisi olmadığını bir bütünlük, uyum, koherens işi olduğunu, niçine/nedene bir ölçüde ulaşılsa da tüm ufuklardan, paradigmalardan bir niçine, niçinlerin niçinine ulaşılamayacağını kavramayan bilim, bilim olamaz. Olsa olsa bir sanat, teknik ve ona tekabül eden inanç olur, bilimdeki anlamıyla.
Göz naklini başarmış bir hekim düşünebilirim binlerce yıl önce. Gözün fonksiyonlarını, ışık göz ilişkisini çözmüş olmasını getirmez. Mekanik bir göz tasarlayabilecek bir hekimin de göz naklinin sırlarını tekniğini, sanatını, nakil sürecine tekabül edecek gelişmelerin listesini, bilgisini elinde tutuyorluğunu da.
Nükleer deneyler hâlâ dünyayı yok etme riskini yok sayamadan, olasılıklar üzernden giderek göze alınabiliyor. Döke saça ilerledi bilimler. Buzullar, fay hatları, okyanuslardaki tasnif edilmemiş hayat, atmosferik etkiler bilinmeden, çöllerde güneş gözlükleriyle bulaşıldı radyoaktiviteye, basınca, kavuran enerjiye.
Kan naklinin komplikasyonları olmadan kan üzerine kan nakli yapılan dönemin perspektifiyle kan üzerine ve üzerinden tasnifler yapılamaz.
Bilim uygulamanın peşinden gider. Uygulama her daim akıllıca bir iş olmasa da, hayatlar üzerinde yeni teknik sınamaları çaresizliklerde meşrudur. Gelişmeler döküp saçma işi olarak görülmez, biraz da bu nedenle.
Genetik rehabilitasyon ensestin yasaklanmasıyla, akraba evliliklerinin frenlenmesiyle zaten bin yıllardır uygulanmaktaydı. Genetik rehabilitasyonun bütün anlamlarıyla meşru olup olmadığını elbette tartışmaya açık bir konu.
Genetik yapımıza müdahaleleri yapabilecek bir bilgi birikiminin olduğunu, olabileceğini iddia etmek ise bilim düşmanlığından başka bir şey değil! Böyle bir bilgi birikimi olsaydı kimin yaşayıp yaşamayacağına karar verilebileceğine dair bir sonuca götürmezdi. İnsan genetik imkan ve imkansızlıklarıyla karakter edinmiyor, bir. İkincisi genetik fazlalık veya eksikliklerin olası başka bir dünyada ne anlama geleceğini okumuşluktan konuşmuyor bilim. Okusa dahi, bunu hayal etsek dahi insal hayatının toplusallaşma, interaktivite, çevresel, diskusif şekillenmeleri ve süreçleri içerisinde bu fiziki bilgileri anlamlandıramaz. Anlamlandırış olası tarihi süreçlerin toplamını elden geçirse bile, olcak olanı, reeli yani henüz olmamışı hesaba katmışlıktan konuşamaz.
Deli İbrahimin dünyaya gelmemesi için Osmanoğullarını engelleyecektiniz, en başarılı tekniğinizle. Genet'i engelleyecektiniz. Bir şeyi düzeltirken başka bir şeyi bozacağını bilmek değil konuştuğumuz, bilimle seleksiyon/eleme yapılabileceğini düşünme saldırganlığı, ölçüsüzlüğü.
Bir dönemin kuzey avrupa ırk biyolojisinin, aynı gerekçelerin arkasına sığınarak kendisine hayat hakkı tanımayacağını düşünebileceğimiz birileri başka birilerini eleme derdinde.
İnsanları biyolojik olarak elemeye, sınırlamaya başladığınızda bunun sonu gelmez.
Eskiden halk kötürümlükte, hastalıkta bir hikmet bulurken şimdikinden daha ilkel değil, daha ileri bir noktadan başlıyorlardı hayata.
Bir hırsıza bazı toplumlar ağır, insafsız cezalar verseler de kendilerini o insanın baştan ne olacağına karar verme yetkisine ve vesayetine sahip görmekten imtina ediyorlardı.
Medeniyetimiz varken, biz de bir medeniyetin diline sahipken insanın kendisini, hırsını, kötü yanlarını yenme hakkının olduğuna inanıyorduk. İnsanın insanlaşmasını bir süreç ve dayanışma işi görüyorduk.
Batıdan konuşacaksak, bunda bence hiç bir mahzur yok, bilimi bilgelikle dengelemekle, yaşama hakkı hiyerarşilerini kırmakla başlamamız gerekmez miydi?