27 Temmuz 2009 Pazartesi

Yenipaganlık Olarak 12 Eylül


12 Eylül sanatta antimimetik hareket başlattı. Özellikle heykelde. Cumhuriyetin arkaik sakralitesinden bağımsızlaşmış sanat nesneleri üzerine kurulu estetik semboliği (ki buna da itiraz eden duruşlar vardı, bir kapışma olduğunu biliyoruz, özellikle 30'ların sonuna doğru açığa çıkan) yerle bir edildi.

Heykel, cumhuriyetçi modernizmin mimetik bağlamından çıkarıldı, temsiledilenin temsili, hatırlatıcı estetik noktalar olarak monumentalitenin, hakikat iddiası temsillerinin, nesnesinin kutsallığından kopmuş estetik iddianın ifadeliliğinin yenipagan bir anlamlılıkta; yorum, anlama, hatırlatma ve tartışmanın antimodernist bir sakralitede eritilmeye çalışıldığını görüyoruz.

Anma törenleri sosyalize edici, hatırlatıcı, profan-anamnetik özelliklerinden ritualteye doğru çekiliyor.

Eleştiri yasaklanıyor, şikayet ritualleri kuruluyor.Tartışılır, içinde yeni şeyler söylenebilir retorik ayinleştiriliyor.

Proje ile gelmeler, öneri sunmalar, meşruiyetleri sınanarak ya da tartışılarak değil, kutsallaştırılan bir dünyayla, "işe gelen bir geçmiş" yüzeyle karşı karşıya bırakılalarak değerlendiriliyor (değersiz bırakılıyor). İdeolojinin emri, hakikatin demirini kesiyor, ama sadece kendi halkının insiyatif kullanmalarında.

Aydınlanmanın öncülleri/premisleri tartışılabilir, ancak 12 Eylül bir aydınlanma modeli olarak eleştirilemez. Başkalarının aydınlanmalarına, aydınlanmamışlıklarına yenipagan bir kalkan olmak dışında bir kültürü yok.

Kemalizm, rasyonel, tartışılabilir, önermeleri tartışmaya açılabilir bir tavırken, önce ideolojiye sonra bir antimodernist ritualler zincirine dönüştürülmeye çalışıldı.

“Ataya şikayet” gibi eskiden halk protesto folkloriğinde yeri olabilecek tavırların kitleselleştirilmesinde 12 Eylülün etkisi var ve 12 Eylül hep bir biçimde, bazan karşıtlarınca devam ettiriliyor. Bağımsızlık, öncelikle düşünce tavır bağımsızlığından geçer, ve geri dönüşsüzlükkten kaçınmayı seçenlerin pragmatiğinde yaşar.

Çocukluğumda, Tanrı’ya politikacıları, hali şikayet eden mektup yazıp köprü duvarına asan yaşlılar olurdu. Bir protesto çeşidi idi, tepki ile karşılanmaz, üzerine gülümseyerek konuşulurdu. Rasyonel bir dünya görüşüne eklemliydi, kutsalla alay değildi, eski tek tanrıcı geleneklerin de kalıntılarına, izlerine, folklorikteki izlerine başvurarak, tartışma açan, gündem açan özellikleri vardı. Eleştiri, çaba, didinme, gayreti dışlayan bir gizilgücün harekete geçirilmesi değildi.

Bazan ölü kahramanlara, bazan hayatta olmayan ebeveyne şikayet ile, eskinin etkin mirası ile hal karşı karşıya getirilirdi. Ve bu sosyal davranış halk kültürünün “repertuarı” içinde idi, meşruluğunu sağlayan kültürel kanallar var idi.

Bugün, direnmeyen sorgulamayan, karşı durmayan aydının “ataya şikayet ritualleri” pek anlaşılır değil. Mustafa Kemalin karşı çıktığı, yerle bir etmeye çalıştığı herşey onun adıyla pervasızca yapılabiliyor. Halk şikayet etse, içinde bunu temellendiği bir geleneği var. Aydının ne düşüncesi, ne duruşu, ne folkloriği, ne mizahı ne de gerekçelendirme kaygısı ve bu yüzden de rasyonel gelenegi var. İkna derdi olmadığından hamasi, dayatmacı. Retorik, ifade, ikna derdi yok. 12 eylül devam ediyor.

12 eylüldeki işkenceleri, idamları düşünüyorum. 12 Eylülcülerde bir suç ceza, hatta intikam (intikam dahi ilkel de olsa karşılıklılık üzerine kuruludur) derdi yok. Öldürme bir ritual. İlkel bir katarsis, estetik ayrışmışlığından sunağa geri çekilmiş. 1 Mayıs katliamını yapanlar belli iken, bir başkaları bunula yargılanıyor ve asılabilirler. Kollektif suç ve ceza bile değil bu, insan-kurban seçiminin anomize ediciliği, paylaştırıcılığı. İsmail kurbanlıktan kişiliğine, bireyselliğine, insanlığına geri döndürülürken, 12 eylülcüler kendi çocuklarını, ismailleştirilmişlerini kurbanlaştırıyor.

12 Martta ortada şahıslar, duruşlar vardı, bireysellikleri ile öne çıkabilen, bir söyleyecekleri olan. 12 Eylülde bireysellik, tavır, ifade, hayat ve duruş karşıtlıkları öne çıkartılmadı. Hem kitlesel bir zulüm uygulandı, hem de popkültürel bir mühendisliğe başvuruldu. Toplumsal dayanışmanın kültürü, kurumları ve kanalları talan edildi. İbrahim oğlu İsmail kişilik sahibiydi. 12 eylülün oğulları adsız, hayat hikayesiz bırakıldı.

Paganlık uygarlıklar kurarken, dönüşürken, yenipaganlık ilkelleştirdi, teslim etti, insanlığın alanlarını ve dünyasını daralttı, karar, tasarım ve gelecek planlamasını patronaja, yani sömürgeci aydınlanmalara teslim etti.

Askeri cezaevlerinde ulusal simgeler, modern semboliğinden çıkarıldı, insanlığın “temsilî ilk hali”ndeki sakral, can alıcı, kurban alıcı semboliğe dönüştürüldü, Durkheim’i bu noktada ciddiye alır ve geliştirirsek. Totemcilik döneminden kalma, anlamları değişmiş bir çok simge, gündelik hayattaki geniş semboliklerinden farklı görülebilmeye başladı. Bir bilinç hali mi bu? Red edemeyen, etmeyende bölünmüşlük yaratan, şizofrenik bir yeraltını zorlayan, o kadar sevdikleri popkültürde aidiyetsizlik kusan de-dekonstruktif bir “durum” yarattılar. Reddeden, içinde yaşadığı toplumdan koptu. Red edemeyenin hayatı karıştı. Eleştiri? Bir o eksik kaldı. Simgelerin tartışılabilen dünyası, hamasi bir kutsallıkça tabulaştırıldı. Hem simgeler rahatsız etmede, hayat zından etmede kullanılacak, hem de yeniden anlamlandırma süreçleri kapalı tutulacak.


...

12 Eylülcüler bir ihaleyi kazandılar. Birilerinin “bizim çocukları” idiler. Ama bizim çocuklarımız asla olmadılar, olamadılar, olmazlar, olamazlar.

12 Eylül başka halkların, geleneklerin, kültürlerin rasyonalitelerini, ihtiyaçlarını, planlanabilir gelecek yanılsamalarını, modernitelerinin bekçiliğini, cellatlığını yaptı. Ama kökü, kozmolojisi, gelişir ve dönüşürlüğü olmayan bir yeni paganizmle düşünce geleneğimizin yeşeren ağacını kuruttu. 12 eylül üzerinden aydınlanmayı eleştiremeyiz. Aydınlanmayı 12 eylülcülüğü yendikten sonra eleştirebiliriz. Eleştiri demokratik, açık, tartışabilir geleneklerin arasında olur. Ne geleneğimiz eleştirel takipçisine, yani kaçıp kurtulmnın mümkün olmadığını, emek, didinme ile medeniyetlerin ayakta tutulabileceğini (kurmaktan zor bu) bilenlerine kavuştu, ne de aydınlanmanın taşaronlarından kurtulup aydınlanmalarını görebildi.

Cumhuriyet neyi hedeflemişse 12 Eylülcülük ayaklar altına aldı. Bağımsızlık, bağımsız düşünce, modern hayatın ayrışmış, karmaşıklaşmış yapıları baskı altında tutuldu, homojenize edildi, bir ilkelliğe teslim edildi.


Amerikadaki yerlilerin arasında yaşamaktan onur duyardım, kültürlerinin üzerine incir ağacı dikilmeden. Onlarınn hayat tarzını, sömürgecilerin hayat tarzından medeni buluyorum. Yenipaganlığımızın imperatiflerini ise, sömürgecilikten daha beter, bir insanlık tutulması olarak görüyorum. Sömürgeciliğin içinde muterizler vardı, fikir vardı, aydın, üniversite, vicdan, birey vardı. 12 Eylülcülüğümüzün kurbanlarının adı yok, hikayesi yok.

Akşam'ın Akşamı


25 Temmuz 2009 tarihli Akşam Gazetesinde Mine Akverdi imzalı bir yazıda ("Paganlık Patladı") gazetecilik deontolojisi aşılmış görünüyor.


Yazı propagandif, seçmeci. Tartışılır bir fikir sunma biçiminde değil, bir hakikat deskripsiyonu tarzında sunulmuş. Yazarının elinden bu şekilde mi çıktı, hangi editoryal süreçlerden geçti, aslında sadece derleme mi, yazarı söylediklerinin altına imza atıyor mu bilemiyorum. Ancak yazılanlar hem olgusal olarak, hem sunum tarzı olarak sorunlu. Propagandif bir tarz yerine enformatif bir dil seçilse itirazımız daha sınırlı olurdu, eleştirel dilin, yani kendisini sorgulayan, tartışmaya açık bir dilin kaybolmaya yüz tuttuğu bir basın dünyasında.


Yazara mı, orada adı geçen araştırmacıya ya da bir başka yayına mı ait olduğunu bilmediğimiz iddiaların bazıları şöyle:


Paganizm kökenlerini doğadan alan ve doğanın kutsallığına dayanan bir inanç sistemidir. Doğayı sevmek ve bir parçası gibi hissetmek, bu yaşam kaynağına ve onun ölüm-yaşam evrelerinin durmaksızın tekrar eden döngülerine saygı duymak ve hürmet etmek esastır.


Tüm ritüeller doğal döngülere uyum sağlamak için vardır. Mevsim dönümlerinde, ay ve güneşin safhalarında özel törenler yapılır.


Kimsenin inancının kesin ve doğru olduğu söylenemez ve herkesin kendine en yakın yolu seçme özgürlüğü vardır. Paganizmde özgür düşünce desteklenirken, yaratıcı zeka kutsanır.


Paganizm anti-merkezci, anti-hiyerarşik ve bir dogmalar silsilesini kural olarak dayatmayan bir inanç biçimidir.


Pagan inancında dünya, varsayılan bir cennetin gölgesinde değildir. Dünya kutsaldır. İyilik ve kötülük kutuplaştırılarak birbirlerinden ayrılmaz. Kadın ve erkek eşit ve dengededir.


Tanrıça ve Tanrı kavramı kutsal gerçekliğin bir ifadesidir, ikisinden birinin üstünlüğü söz konusu değildir.


Pagan ahlakı 'Ne istersen yap, ama kimseyi incitme' sözü üzerine kurulur. Her bireyin etrafını kuşatan doğadan ve diğerlerinden sorumlu olduğunu söyler. Doğa ve diğer insanlar ile bir ahenk içinde olunmalıdır.


"Bu şekilde düşünüyorum", diyene, "bu fikirleriniz tartışmaya açık mı?" diye sormamdan doğal birşey yok. Bir dogmalar listesi,, doktrin, ideoloji sunulmuyorsa, fikrimiz merak ediliyorsa "karşı kutup bir yorum pluralitesinden çıkarılıp karikatürize edilmiş, benzer sorunlar, hatta daha ciddileri paganizmlerde de varoldu" derim. için


Ancak "paganizm burada ifade edilendir" diyene "one minut" demek durumunda kalırım: Hangi paganlıktan bahsetmektesiniz? Tarihi olmayan, geçmişi olmayan, sorunu olmayan bir paganlık mı bu bahsettiğiniz?


Bir tarihi olan, etkisel tarihi olan paganlık(lar) var, bir de bugünkü yeni din, modern din, sınırlandırılmış din, çetrefilli olmayan din arayışının ifadesi olarak paganlık var. İlki hem bazı dini geleneklerde sürüyor çeşitli biçimlerde, hem de kendi tanım alanının dışında kalmış geleneklerde etkisini sürdürüyor, bir "etkintarihsel" aktarım olarak. İkincisi, hayat dünyasından kopmuş, tanımlanmış sınırlandırılmış, kozmolojisinden koparılmış bir anlayış daha çok. Yeni dünyaya, eski paradigma nakli nasıl yapılabilir çok zor ve çetin bir mesele. Sadece, yeni paganlık, modern diskura eklemlidir ve onun tarafından belirlenmektedir demekle yetinelim. içinde ölçülen biçilen, tepki gösterilen, sorunları, karşıtlıkları, kopuşları kendisinden beslenen bir hayat dünyası içerisinde paralel olması mümkün dünya görüşleri, alt hayat dünyaları, parçalanmış içi boşalmış ama soruları belirlemiş kozmoloji(ler) içerisinde. Çoğul kullandım, aslında dünya sanıldığından daha bütünsel bazı açılardan, ama aynı anda bir birisine rakip kozmolojiler, paradigmalar yanyana paralel, içiçe de yaşayabiliyorlar, bazan entegratif bir rekabet ve çekişme, bazan cepheden sürtüşme kapışma içerisinde, bir hareketlilikte.


Freud'un insest üzerine eleştirilerinden yola çıkarak bir medeniyet tartışması yaptığımızda, geçmişteki paganlık nerede kalacaktır? Paganlık hangi tarihten sonra paganlıktır, hangi tarihten önce, meselâ, sadece bir önpaganlıktır? Durheim'in ele aldığı sakral/kutsal olanın profanize olması sürecinden etkilenmemiş bir paganlıktan bahsedemeyeceğimize göre bu yeni paganlığın eskisini tedavülden kaldırmışlığı, pagan sakralitesinin başka bir rasyonalitede anlamlanmışlığı, kaybolmuşluğu değilse, nedir?


İnsan kurban edilmesin tek tanrıcı dinlerdeki tematize edilişi, paganlığın, ahlaki düşünce tarzının özerkleştiği bir kozmolojiye çekilmesinin de ifadesi midir? Eleştirel tavrın gerekliliğinin vurgulanmasındaki kırılma noktası İsmail'in kurban edilmesi değil midir? Put kırma semboliğini hatırlayalım. Bir başka düşünce tarzının , eleştirinin, eleştirel ahlakın sunulmasını görebiliyorum, İbrahim'in tavrında. Dışardan empozeden çok, bir kopuş, isyan, aydınlanma biçiminde. Put kırma semboliği, afganistandaki Buda heykellerini kırmaktan farklı, yeni bir şey söylemenin gücüyle (yeni icatla ortaya çıkma değil, "yeni bir şey söylemek") yerleşik olana isyan, itiraz. İsmailin kurban edilmesine itiraz vahiy'in alanından geliyor. Bu çok önemli. Vahiy'in alanından gelip, insanın eleştirel sorumluluğuna aktarılan bir noktadayız, orada. Paganlığın insan anlayışı kırılıyor. Yalnız paganlığın değil paganlığın da içine dahil olduğu bir kozmolojide çatlak açılıyor.


İbrahim Peygamber, çıkarsamada bulunarak, bir imperatifi dinleyerek, bir hukuktan yola çıkarak bıçağı elinden bırakmıyor: Bırakması vahiyle oluyor. Bu ne demek? Bu şu demek, pagan geleneğin meşruiyet kanallarının kırılmasının, meşruiyet sağlama süreçlerinin insani sorumluluk, hukuk, düşünce, rasyonalite alanına aktarılmasının (çoğul) başlangıç noktalarından birisi olması. Doğrudan özeleştiri ile olsa, yine meşru olacak, ama bir kopuş, dünyasal ayrılık söz konusu olacak. Burada bir dönüşümün, iç dönüşümün de ifadesini görüyoruz. Burada, insanın kurban edilmesi engellenmişliği değil merkezi olan, modern anlamda insan anlayışının (da) eşik noktalarından birisinin sunuluşu. Karar ilahi, insan karara uyarak özeleştiri yapıyor, ya da düşüncesi ve duygusuyla barışıyor, temelli olanla olmayanın tartışma noktası, kritik noktasından konuşuluyor.


Doğayı sevmemek tek tanrıcılığın bir özelliği değil. Modernizmin araççılığı, teknik ilgisi elde bir veri olarak tarih kurgulandığında bu veriler din tarihinin ya da eleştirisinin bir parçası olabiliyor. Dün doğada, bugün microdoğada yaşadığımız bir çok sorun (gentekniği, genetik kopalama vs) hayata, ölüme, insana bakıştan alakasız değil. Dinlerin doğa karşısındaki tavırları eleştirilebilir, sorgulanabilir, her dinde yorumsal çoğulculuk her alanda söz konusu olmayabilir ( mezheplerin ortak düşündüğü alanlar, anlaşmazlık içinde olan tarafların sorunsuzca kabul ettiği alanlar var olabilir) . Dinler arasındaki ve farkılı dinlerin kendi içlerindeki farklılıklar şaşırtıcı bir şey değildir.


Dinler aradan çekilse dahi, insanların paylaştıkları hayat, üretim gelenekleri var. Belli bakışları, davranış kalıplarını, rasyonalizasyon "mekanizmalarını" devreye sokan. Dinler bir anlamda şekillendirici, ama maddi dünyanın tornacısı, imalatçısı, mimarı değiller. Dinler ideoloji değiller. Bir yorum praksisi, dünya tecrübesi, entellektüel birikim, kültürel kompetens de gerektiriyorlar. Yorum, şartlarının farkında oluştan, sorunların olaylar zincirinin devamlılığı içerisinde kendilerini ele verişlerinden yola çıkıyor. Başka bir dünyaya değil, kendi dünyasına eleştiri, öneri, öğüt, hikmet, emir getirdiği için. Ezbere konuşulmuyor, gerçekliği kavrayarak konuşuluyor, bu da bilginin tüm alanlarının devrede oluşuyla, düşünülenlerin, çıkış noktalarının eleştiriye, daha iyi bir noktaya açıklığı içinde oluyor.


"Modern dünya kötü!", diyelim ki. O halde yeni bir dünya mı kuracağız? Bu mümkün mü? Bir ada bulduk, yeraltında bir dehliz bulduk içinde yaşanabilecek, el değimemiş. Yine mümkün mü? Kendi yükümüzle, kafamızla, sorun çözme tarzlarımızla, ölçüp biçme biçimlerimizle, diskurlarımızla, dillerimizle, dil oyunlarımızla, kişilik kazanma yapılarımızla, öğrenme ve öğretme biçimlerimizle gideceğiz. "Yeni birşey yapılmaz!" demiyorum, tersine "yeni şeyler söylemek lazım!" diyen bir geleneği konuşturuyorum.


Dünya eleştiri bekliyor. Karşı konulması gereken onca acı zulüm var. İnsana karşı, canlıya karşı, doğaya karşı. Dağa taşa karşı. Bunu pagan olmayanlar, hatta hiç inanmayanlar savunmuyor mu sanacağız? Tasavvuftada cennet kazanmak için değil, öyle gerektiği için davranırsınız, eşyaları bile kardeş görebilirsiniz, iyilik kötülük bir zıtların birliği içinde ile alınabilir, sanırım, paganlıklarda olamayacağı kadar derin bir biçimde... bunlar daha iyi bir hayat, daha iyi insan olma garantisi veriyor mu diye de sorarlar üstelik. Evet, sufi oluş şart mıdır? İnsanların değişik değişik tarzları, tavırları duruşları olabilir. Hindistandaki yeri süpürerek (canlıları ezmemek için) dolaşanlar bizden her açıdan iyi midirler, ya da biz onlardan çoğu alanda daha iyi rasyonel, değerli miyiz?


Tabii ki insanların iddiaları, hakikat iddiaları, düşünceleri, savundukları, gerekçelendirdikleri inançları olacak. Bunları tartışacak, sunacaklar. Ama bu başkalarını karikatürize etmeden, sömürgelştirmeden yapılacak. İnandığının, bildiğinin büyüklüğü ile büyüklenene arif olanlar cahil gözüyle bakarlar. "Sen inandığın şey kadar büyük müsün? İnandığın şey inandığının kendisi mi, senin körlerin fili tarifinde anlatılanı yaşaman mı?" der benim geleneğim. Savunduğun, kendi yorumların, kutsallaştırdığın kendi fikirlerinse, öznelliğin dışında bir eleştirel diskur tanımıyorsan haikati olan fikir, içeriği olan ahlak, adaleti olan hukuk neylesin?


Dünya bizim gibi olan ve olmayanlarla, ufuk kaynaşmaları içinde anlaşılır, tartışılır, gelişecekse geliştirilir. Anlamak, anlatmak tevazu, açıklık, eksikliğinin farkında oluş, bir yerden, bir noktadan, bir hayattan konuştuğunu bilen insanların, duruşların, sözlerin tartışması, karşı karşıya gelmesiyle oluşur.


Anlamak ve anlaşmak ille de bir birimize katılmakla değil, birbirimizi çarpıtmadan, indirgemeden, geçişliliklerimizi, ortak yanlarımızı inkar etmeden, çıkış noktalarımızı pespektiflerimizi birbirimizin kabul edebileceği şekilde dile getirebilmekten, bunun için konuşmayı açık tutmaktan geçiyor.


Barışın tavrı, karşı tarafın içinde kendisini bulabileceği bir dilde, hikayede, ufukta temsilidir.


Bu olmuşu olmamış yapma da değildir. Ama her olabilişi farketmemişlik olabilir.


İster adına önyargı diyelim, ister tarihsel tortu, paganizmin sorunlu, çatışmalı, her daim barışçı ve doğayla uyumlu olmayabilecek (açlık, kıtlık, yağma, kölelik, ayrımcılık) yanlarının da olduğunu gösteriyor. Doğayla,havayla, suyla, insan oluşla kurabildikleri ve tüm insanlığın ortak mirası olan ve halâ etkisel tarihini sürdüren katkılarının da.


(zamanım bu kadardı, online yazıldı, düzeltilmedi. paganizm ve cinsiyetçilik gibi konularda da zaman bulursam kısa bazı şeyler söylemeye çalışırım: Rahibe tanrıçalar, tanrı tanrıça akrabalıkları, dinlerde tanrının vücutlandırılışı sorunu, paganizm karşıtı paganiteler vb)

25 Temmuz 2009 Cumartesi

"Light" Kavram Olarak "Light Din"

"Light" batı dillerindeki "moderate", moderat" kavramının çevirisi olarak kullanılıyor. Moderato gidiş, orta ayar gidiş, ne light, uçucu ne de ağır aksak. İşveçte Moderat Parti var. Muhafazakâr Parti anlamında kullanılıyor, ya da çevriliyor türkçede. Light Parti diyenleri görmedim, aynı gazetelerde. "Moderat(e)" ölçülülüğe, orta noktaya işaret ediyor. Bizdeki orta nokta kavramına yakın, ortayolculuk gibi bir içerik taşımıyor. İngilizcede ki "moderate" yorum, yorumu zorlamamışlığa, uçlarına çekmemişliğe işaret ediyor.

Kullanımına bağlı olarak bazan olumsuzlaşabiliyor, tutuculuğu işaret edebiliyor. Ama, genellikle olumlu bir anlam taşıyor. Bir siyasi parti adı olduğunda karşıtlarının yüklediği anlam, daha çok partinin rengi, tutumu, ülkenin siyasi ayrışmışlık biçimi belirleyici oluyor.

Yani, her "moderate", moderately acting and believing people", light margarin, gazoz ya da dondurmadan çok, yağı alınmamış peynir, orijinal belediye gazozu, kaymak tutabilen yoğurt tadında takılıyor.

Moderat oluş, tadında bırakış, topuzu kaçırmayış, had biliş, ileri gitmeyiş, duracağı yeri biliş çağrışımlarını taşıyor spektrumunda.

Çeviri bir kavram ya da deyim olarak, yanlış, çarpıtılmış, tartışma kapatıcı anlamında ideolojik. Muhafazakar, tutumlu, derli toplu, aşırıya götürülmeyen bir duruş iddiası olarak moderat duruş modernist de bir duruş.

Peki "light din" kavramının kullanılmasını meşru kılan bir şey yok mu? Elbette var. Bir takım müdaheleler, tasarımlar, ihaleler olmuştur, oldu, olacaktır. İrdelersin, analiz edersin, yerersin, şarkısını söylersin, karikatürünü çizersin. Karikatür haline geleni, karikatürde bırakırsın. Bir toplumsal analitik kavram olarak pi sayısı gibi bir sabit kullanamazsınız, açıklamanız, temellendirmeniz, gerekçelendirmeniz lazım, tartışacaksanız, ikna edecek, ikna olacaksanız.

Moderat din anlayışı diye işaret edilen sünnetin en ifratsız yerinde mi duruyor? Durmayabilir. Moderat din diye bin bir şeye işaret edebilirler. Ancak burada light olduğu için karşı çıkamazsınız, en özenli yerde, orta noktada, ölçülülüğün merkezinde vb. durmakla adlandırılamayacağını gösterirsiniz.

Light din tasarımını da eleştirecekseniz, tasarımın kendi hakikatine yönelerek eleştirirsiniz. Eleştirinin nesnesine keyfi anlam yükleyerek bunu başaramazsınız, size direnmesini , cevap vermesini soru sormasını sağlayamazsınız. Öldürdüğünüz, uyuttuğunuz, kolunu kanadını kırdığınız bir rakibe meydan okumakla kalırsınız.
Hakikati olmayan, ya da kaydırılan, bir biri ile aynı kategoride ele alınamayacakları aynı kapsama sokan zihniyet, toplumunu bağımsız, özgür, insiyatif sahibi, hakikate açık, demokrasiye layık olarak görmede zorlanıyor demektir.

Ancak açık bir ortamda, üzerine tartışılabilir duruşlarla, hakikat taşımak iddiasında olabilecek iddialarla, anlaşmaya varabilmemiz, kendimizi düzeltebilmemiz, başkalarından öğrenebilmemiz söz konusu olabilir.

Hafif kaçmamak, hafife almamakla mümkündür. Eleştiri nesnesini tahrif etmek, öncelikle hitap edişin asıl hedeflediği insanları, yani ikna edilecekleri ya da katılacakları ciddiye almamak, eşit görmemek, has bir konuşmaya ortak etmemektir.