11 Ağustos 2011 Perşembe

Özel Hayatların "Birlikte Hayat"a Dönüşememesine Dair

Hayat tarzları üzerinde anlaşma, tartışmaya ihtiyaç duymamızda bir sorun göremiyorum. Ortak noktalar arayacağız, ne üzerinde anlaşamadığımız üzerinde anlaşacağız, konuşup koklaşacağız.

Libertaryan, kültürrelativisti, kurtulmuşsulukçu falan değilim. Tartışılmayacak, eleştirilemeyecek yerine başka bir şey önerilemeyecek bir hayat tarzı göremiyorum. Bireysel olarak görülenin bir toplum, iktisat, insan anlayışı da önerdiğini unutmaya çalışmam anlamsız olur.

Şimdilerde oturmuş sosyal kuralların,  gündelik rutinlerin olmaması, olsalar dahi toplumsallaşma süreçlerinin kesintili ve etkisiz olduğu kanaatindeyim. 

Birlikte hayat üzerine konsensusun iki bağımsız tekilin vazgeçemezlerinin listelenmesi ile çözülmesinin neredeyse imkânsız olduğunu düşünmekteyim. Bunun iki nedeni var, en basitleştirilmiş halleriyle ifade edersem: Birincisi, toplumsal konsensus ve paylaşmanın zamana ve tarihe yayılan süreçlerinin bireysel boyuta çekilip her biraraya gelişin müthiş entellektüel çaba ve kararlılık gerektirmesi; ikincisi, uzlaşmanın toplumla da uzlaşma ve denge kurma faslının/ayağının eksik kalması. Kriz içinde kalarak kriz çözme "etraf"ın krizden yararlanmama, krizdekilerle dayanışmada olmasını gerekli kılıyor. Bireyci ve tarihsel perspektifini yitirmiş hayat bakışlarından bu dayanışmanın sağlanması, modern görünenin ilkel bile olamayan bir dayanışmasızlık dünyasına yerleştirilmesi yüzünden kolay görülmüyor.

Sorun çözme kalıplarının, sanal bir nominaliada, her halin özgün hale dönüşmüş gibiliğinden dolayı işletilememesi durumu ile karşı karşıyayız.  Hayat tarzları bir derinliği olmayan, görsellikle geçerlilik alanları oluşturabilen popüler kültürel kalıplarına dönüşüyor. Virtüel/sanal hayat tarzları etrafındaki irrasyonel mistik ve tartışılamamazlıkta zaten kendisine yazılabilecek özgünlüğü de yitirebileceği bir geçişsizlik ufku oluşturmakta. Fragmentlerden, kolajlardan, ezikliklerden, bir ufuk, hapishane içinde bir özgürlük arayışı.

Özel hayatların birlikte hayata dönüşmesinde neredeyse tüm toplumun sorunlarını çözme kapasitesini gerektirebilecek gereksizlikte tartışma ve sürtüşme alanları açabilmesi söz konusu olabiliyor. 

Ben, insanların yeme içme giyinme barınma üzerinde de tartışabileceklerini, birlikte hayat içinde ortak sınırlar da koyabileceklerini, bunu yapmamaları halinde bir ortaklık kurmada, ortak zemin oluşturmakta zorlanacaklarını düşünenlerdenim. Yani kendi hayat tarzları bildikleri tarz imajları veya kesitleri dışında bir de ortak tarza benzer "birşeyler" tutturmak da gerekiyor insanlarla, insanlıkla.

Hayatlarını birleştirecek, aile kuracak ya da kurmayacak, çocuk büyütecek ya da büyütmeyecek insanların tartışmaması, uzlaşmaması, bazan sürtüşmemesi imkânsız. Bu kapışma, sürtüşme ve çatışmalarda birbirlerini tatmin edebilecek birşey çıkaramamaları halinde, bireyselin çözünmesi olarak algılayabildikleri ve aslında bireyselin de evi olan ortaklık çabasından çıkmaları, daha fazla birbirlerini zorlamamaları daha az yıpratıcı olabilir. En bireysel listelerin tartışılmasında dahi toplum için de bazı önerilerde bulunmaktan, bunları gerekçelemek ve tartışmaktan kaçınmanın mümkün olmaması, her bireyin yeni bir toplum kuracak kadar tartışmaya çekilmesi ne kaçınılabilir bir şey ne de akıl kârı.. 


...

Eşlerin birbirlerinden, ebeveynlerin  çocuklarından, çocukların büyüklerinden veya birbirlerinden beklentilerinde bir sorun görmediğimizde dahi beklentilerin geçerlilik dünyasının belli sınırlara sahip olduğunu da unutmamamız gerekiyor. Kural uygulamaları, yorumları keyfî ya da objektif kriterlere bağlı değildir. Tartışmaya açıklıkta, birbirine saygı içerisinde farklı davranmalara açıklık esastır.

Anne babaların çocuklarına dayatamadıklarını, dayatamayacaklarını sokakta insanlara dayatan kafa açıklarını önce kendi evinde verir. Görmediği sorun, mesele, yanlış yok addededilir sadece.

Mahalle baskısı denilen şey bazan toplumsal dayanışmadır. Bazan linç toplaşmasıdır. İnsanların birbirlerine karışmalarının toplumsal meşruîyet kaynakları vardır, ama, bu ihtimamın, birbirine sahip çıkmanın cennet ve cehenneminde olur. Otobüste metroda, şehirlerarası yoldaki zaptiyelikle magandalık, muhafazakârlıkla tacizkârlık arasında medcezir yapan ruhla, kinle, saldırganlıkla değil.

Karışmanın sevimli olabildiği halleri siyah beyaz türk filmlerine, ya da yakın döneme kadar devam eden mahalle hayatına göndermelerle tartışmaya çalışalım bir başka yazıda. 

Lakaytlık her daim demokrat ve medenî değil, burun sokmalar ise mazbut işi değil. Yazıyı acele tamamladık, bazı gerekçelemeleri atladık. Düzeltemedik. Fırsat buldukça, gün içinde düzelteceğiz. 

...

Başkasının akıllısı, delisi, dertlisi, mazbutu, çılgını, çalışanı, serbesti, mutaassıbı, sporcusu, çoluğu, çocuğu ile uğraşmak sanıldığı kadar "mazbut" bir iş  değildir. Senin evine dalmıyorsa, gelip de sofrana kalkmamak üzere oturmuyorsa. İşindeyse, gücündeyse, yolundaysa. Kimsenin bir başkasının sofrasında yer kapma, kendi kurallarıyla başkalarının kapılarına dayanma hakkı yoktur.

Kalıcı niyetle oturursa bir insan yanına, bir kuralın çiğneniyorsa, kendi kuralını da gözden geçirerek ikinizin de istediğini kapsayabilecek bir ufuk arayarak, yani konuşa konuşa, koklaşa koklaşa, insan gibi bir orta yol bulursunuz, hazır sunulmuş, üzerinde ufak değişikliklerle yürütülecek bir hayat tarzı kalmadığına göre. Tutar, tutmaz ayrı mesele. İnsan, uzlaşma talebi ve davet kendisinden gelmediği sürece, bir ufuk kaynaşmasına da kapısını kapatma hakkına sahiptir.