Günü kurtarırken, gelecek için sorumluluk reddedilmektedir!
Gelecek nesillerin içme suları, diğer canlıların varolma hakları ellerinden alınmaktadır. Burada "ekolojik denge sürekli ve kendiliğinden oluşmaktadır" lafzı saçma kaçacaktır, çünkü, katliam yapıp, "hayat devam ediyor, edecektir!" demekle eşdeğer bir gerekçedir tabiatla ilişkilerimizin alanında. Her gerekçenin meşru kullanım alanları vardır. İhmalden öldürdüğüne "kadere inan" diyemezsin, karşındaki kadere inansa dahi. Dediğinin doğru olduğunu düşünelim, doğru olsa bile tavrın ahlâklı olmayacaktır: Sorumluluğunu reddetmektesin!
Eylemin sonuçları depremin zarar verme süresini uzatacaktır. Zehirli molozlar, tuzlar, mineraller tespit edilmemiştir. geçici bir toplama istasyonu kurulabilirdi.
Maliyet gelecekteki erozyon, çöküntü, izolasyon, kaymalar karşısında geleceğe katlanarak aktarılmaktadır.
Siyaseten, bizden sonra tufan anlayışı üzerine demokrasi kurulmaktadır. Depremlere karşı önlem alacak mantık ayaklar altındadır.
Çevre Hareketinin iblisleştirilmesi, izlenen ezici ve sindirici tavrın kırmızı kitaba girmediğinin kalması hakkani bir pragmatizmin değil, ideolojik ve dar ufuklu bir siyasi pragmatizmin siyasetlere temel oluşturduğunu gösterir. Burada söz konusu edilen ideoloji marxtaki "yanlış bilinç"e, geleneğimizdeki "hakikate zulüm" kategorisine girer. Yalanla yaşamanın paragmatizmi olumlu anlamıyla pragmatizmi yerle bir edecek bir hakikatsizlik ufku ya da ufuk karartıcılığı içermektedir.
Hiç bir yerel idari makamın göllere, akarsulara ve denizlere moloz döktürme yetkisi yoktur. Sel, tsunami gibi afetlerde kurulabilecek setlerin dahi son dakikada çekilen çerden çöpten setler olmaması gerekir. acil önlemler risk almayı gerektirebilse de, sorumluluk işidir. Zaten nelerin yapılabileceği önceden tartışılmadıkça, sınanmadıkça, üzerinde çalışılmadıkça aklı başında kararların alınması güçleşir. Son dakika bilirkişisine başvurulması, karar alınması gerektiğinde kurulların tartışmaya kilitlenmesi değildir söz konusu olan. Zamanında tartışılır, zamanında hızla karar alınır. Karar alınırken ve karardan sonrada de bilirkişiye ve denetime ihtiyaç olacaktır. Acil kararları demokrasi iddiasıyla bloke etmek söz konusu değildir. Demokrasi, tartışmaya ve denetime açıklık sürecin tümünde söz konusu edilir. Eylem ve önlem çerçeveleri üzerinde çalışılmıştır, uzmanların uzmanlıkları sınanmıştır, karar süreçleri denenmiştir. Yine de çaresiz kalındığı olur.
Japonyada dahi "bize bir şey olmaz"cılık, istatistiki verilere güvenin yolaçabildiği felaketleri gördük. Afet yalnız bir doğal afet değildi. Bir teknoloji felaketti de.
Biz Van depremine teknik ve kimyasal bir uzatma süresi tayin edersek, gerekçelerimizi başkalarını iblisleştirerek, hakikati karartarak kurarsak gelecek teknolojik felaketlerin de zemini giçlendirmiş oluruz.
Bu olumsuz zemin vardır. Gümüş işletmelerindeki zehirli göletlerin debisini, hacmini, ortaya çıkabilecek momentumu en alt düzey kontrol anlayışının dışına çıkardığımızı unutmayalım!
Çeşmeden su içerek zehirin sızmadığını iddia eden bir gazetecilik dahi basın etiğinden de önce, bilimsel (jeolojik, kimyasal, biyolojik) bir temellendirmenin hiç bir merci tarafından yerli yerinde kullanılmadığını, her şeyin kendi hakikatinin öncelenmediğini gösteriyor. Yine "hakikate zulüm" bahsindeyiz, etik kriterleri hiçe sayan, hukuku gelecek nesillere ve tabiata karşı işlenen suçlara dair işletmeyen, aç gözlü ve kendi çevresine karşı sömürgeci bir insanlığın hakikati karartma bahsinde!
Her bir söylenen, tartışılan, ahlâk ve hukuk felsefesinin alanında zahmetsizce çürütülebilir, savunalamaz hale getirilebilirken, temelsizlikten ve gerekçesizlikten eylemenin demokrasisi geçmişte tartışılan "cicidemokrasiden" daha ciddi iddialar taşısa da, demokrat sorumluluğunu bulamamışlıktan yola çıkmaktadır.
Demokrasi çevre felaketlerinin çaresi olmasa da dostudur. Ancak demokratik bir toplumda eleştiri ve eleştirel diskur (söylem) işler.
Muhalefeti olmayan, eleştirel aydını olmayan bir toplumda su havzaları bataklık diye kurutulur, Göçmen kuşların konakladıklara alanlara fabrikalar dikilir. Zirai atıklar, gübre ve zehir fazlaları nehirlere akıtılır, dip sularına iner. Kene sorununu, hayvan hastalıklarının nedenlerini dümdüz edici bir ekolojikpolitikaya bağlayamayan bir ufuksuzlukla "geleceğin nurlu ufuklarına" yürüdüğümüzü sanırız.
Bir lokma bir hırkayla avutulduğumuzun iddia edildiğii dönemlerde insanla, doğayla, toprakla, suyla barışıktık ve komşularımızla kardeştik.
Yeni bir medeniyet eğer gerekiyorsa, medenî bir geleneği çiğneyerek değil, olsa olsa, eleştirerek yükseltilr. Eleştirinin eleştireceğini tümden ve hepten bulup yakalayamayacağını bilirsek, her eleştirinin, bir tezahürün, zaman ve mekanda şekillenen gerçekliğin eleştirisi olduğunu unutmazsak.