2 Ekim 2009 Cuma

"Evlilik İnsanın Doğasına Aykırı" mıdır?


Bu "doğal" hal insanın vahşi hali olmasın? Yani "insanlık öncesi" hali? Yani insan olmama hali?

(Buradaki "önce"yi "sonra"yı okumuş cahiller için izah edelim: Burada, tarihsel anlamda geriye referanstan çok analitik bir ayrıştırma söz konusudur, genellikle.)


Eğer bir şey insan için mümkünse, hayata geçirilebiliyor ve insan kültürünün bir parçası olabiliyorsa insanın doğasında da vardır.


İnsanın doğası, doğal hali üzerine konuşma ve iddialar çoğu kez düşünce deneyinden, "kuramsal" varsayımlardan/önkabullerden ibarettir, kurgudur: Şunun şöyle ya da böyle olduğunu düşünerek açıklama modelleri kurarız/kurarlar.


"Çocuk için, çocuk hatırına evliliğin sözkonusu olmuşluğu" iddiası, en iyi niyetli halinde dahi sadece fonksiyonalist bir açıklama modelinin devreye sokullmasından ibaret.


Evet, cinsellik bugün kapsamından, boyutlarından, doğal halinden (burada doğadan neden bahsedilmemektedir, şaşırtıcı olmalı idi!) koparılarak bir haz fonksiyonu olarak ele alınıyor. Çocuğun hesaba katılışı önemli, ancak evlilik sadece çocuk hatırına yapılmaz. İnsanların karşı cinsle ilişkisi sadece üreme ve çocuk yetiştirmeden ibaret değil. Çoğalmanın, çocuk yetiştirmenin önemini küçümsemek anlamına gelmez bu. Aile oluşturmak her hangi bir indirgemeci model ile sadece karikatürize edilebilir.


İnsan toplumsaldır. Bir toplumsallıktır. Başkaları ile bir arada, başkaları ile alışveriş içerisinde dillenir, serpilir gelişir. Aile toplumsal dayanışmanın, kültürün, yetiştirmenin, yetişmenin, toplumsallaşmanın temel birimidir.


İnsanın insestiöz hali, çocuğun sürünün çocuğu olma hali insanın kültür öncesi, ahlak öncesi; kişilik, rasyonalite, bireysellik öncesi halidir olsa olsa.


İnsan oluş bir kültür geliştirme işidir. Ahlak, hukuk, vicdan geliştirme işidir.


Aile terbiyenin, toplumsallaşmanın ve dayanışmanın kurumudur. Burada, örneğin, "iktidar" kavramından yola çıkılarak eleştiriler gelmiştir. Bunun ilkelliğe çağrı ifadesi değil de, sosyalpsikolojinin ortaya çıkmadığı zamanlarda, daha "derin" ve köklü bir dayanışma iddiasıyla yapıldığı olmuştur. Bugün aynı iddiaları sosyalpsikolojiyi ve toplum kuramını bilmemezlikten gelerek yapmak akıl kârı değildir.


Aileyi eleştirmek başkadır, kültürü ideoloji ile değiştokuş etmeye çalışmak başka.


Herkesin herkese rakip olması ilkelliktir. Sadakat kültür işidir. Aldatma insanlık halidir, ama insanın doğası değildir. "Kültür"ün, dayanışmanın, ahlakın, hıkukun reddine giden yanlarımızla alakalandırılabilir. Tepkileri, insan davranışını karikatürize etmeye kalkmazsak, genel kavramlarla bireysel davranışı açıklama cehaletine düşmezsek.


Aidiyet bireyselliğin mezarı değildir. Birleştiren bir ölçüde yontar, boğar da. İtiraz, farklılıklar ortak noktaların yoksunluğu, bağsızlık üzerine kurulmaz. Ortak noktaların, birleştiren noktaların totaliter yanını törpüler, nüanse eder, dengeler. Birleştiren ve ayrıştıran yanlar kimlik, kişilik, bireysellik edinme süreçlerinin içindeki alışverişte şekillenir, oluşur.


Çocuk, daha akıllı ve güzelini sokakta bulduğumuzda nasıl değiş tokuş edilmiyor, yine bizim evladımız olarak kalıyorsa, eşler de her daim başkalarından güzel, sağlıklı, akıllı, zengin v.b. olmak, teyakkuzda yaşamak durumunda kalmıyorlar.


Çocuk evlatlıktan reddedilebiliyor. Bunun savunulabilir olduğu zamanlar, durumlar söz konusu olabilir. Eşler için de ayrılma, uzak düşme pekala söz konusu olabiliyor. Sadakatın "fazlası"nın eleştirilebilir olduğu zamanlar vardır mutlaka. Bu "fazla" sadakatın içeriğini boşaltan bir fazladır, sadakatin fazlası değil dengesizliğidir genellikle. İnsanlığı incitecek; hakkı, kukuku, hakikati incitecek "dayanışmalar", dengesiz sadakatlar sadakat olarak düşünülmese daha iyi olur kanaatindeyim. İnsan bir sorumluluktur. İnsan bir toplumdadır. İnsan bir çevrededir. Kainattadır. Alemdedir.


İnsanlığın, insan olma halinin geren, zorlayan, çelişir görünen yanları içinde olgunlaşıyor, şekilleniyor, öncelikler belirliyoruz. Kolaya kaçmak kadar, kolaydan kaçmak da insanın işi. Kaçılmayan kolay, yani aslında yapılması gereken çoğu kez o kadar çetrefilli ve zor olmayabiliyor. Kaçak güreşmelerimiz, iki yüzlülüklerimiz, tutarsızlıklarımız, başkalarıyla birarada oluş, başka insiyatiflerle bir arada oluş, akıntıya karşı yüzme durumunda kalışlarımız, daha nice şeyler işimizi güçleştiriyor. Listesine gerek de yok zaten. Yetişmeye çelışıyoruz insanlığın, zamanın, şartların ve keyfimizin gerektirdiklerine. Her yaptığımız doğru değil. Her yanlışımız da yanlışa/yanlışta inattan değil.


İşimizi kolaylaştıran bir kültürümüzün oluşu. Terbiyeden geçişimiz. Eğriyi doğrudan ayırdetme yetilerimizi sürekli eğitimden geçirmemiz. Ve nasıl oluyorsa bir insana başka gözle bakmayı da öğrenebilmemiz. Sevdiğimizin yüzü dağılıyor, aklını yitiriyor falan, ama sevgiyle elini tutuyoruz. gerekirse altını değiştiriyoruz.


Kaçmak da insanlıktan. Kalmak da. Kimse kimseye insanlığı ile büyüklük taslamasın. İnsanlık, insan oluşumuzun zayıf yanlarını reddetmek, unutmakla yücelmiyor. Fani, sınırlı, kırılgan halimizi genelliği ile bilmekle ayakta tutuluyor. Ve bin yıllarda gelişmiş kurumların içini boşaltmamakla.


(ayrıntıdan kaçındık, konuya sık sık geri döneceğiz, efendim. düzeltilmedi, uyku öncesi acele yazıldı, kopukluklar mutlaka vardır)