22 Kasım 2011 Salı

Ekşi Sözlüğü Kapattırma Girişimleri Üzerinden

Ekşi Sözlük bazan incitici, yüzeysel olabiliyor. İtiraza kapılarını açık tutmaları, başkalarının imajını ellerinde tutma olayına ihtimamla yaklaşmalarını beklemek herkesin hakkı.

Haklarında önyargı oluşturulduğunu düşünenlerin, sitenin kendi sorumlularından cevap alamadıklarında mahkemelik olmalarını da doğal karşılıyorum.

Ancak son kapattırma kampanyasının demokratik, eleştirel, hukukî her türlü sınırı zorladığı kanaatindeyim.

Demokrasi'nin vazgeçilebilir bir şey olduğu vurgusu ise, ironik de olsa ilginç, referandumda hayır oyu verenlerin darbecilikle suçlanması demek durum, an, ironi icabıydı.

Burada ilginç bir gerekçe var: Kutsalların aşağılanması. Kutsalların aşağılanması kötü bir şey. Ancak bu, kutsalların savunulmasından ileriye gidiyor ve hukukun herkes için geçerliliği içinde herkesin, her çevrenin kutsal bildiği için demokrasiyi paranteze alabilme hakkını öne sürmelerinin yolunu da açıyor.

Sokağın devreye girebilirliği, galeyanın önünü açmaya kalkışılabileceği lafzı Çorum ve Maraş provakasyonunu yaşamış bir ülkede akıl kârı değil. Fark? İddiada haklı olunduğu düşüncesi. Kanıtın apaçık ortada olmadığı durumlarda da iddia büyükse, demokrasinin rafa kaldırılabilirliğinin meşruiyetinin düşünülebilirliğinin önü yeniden açılmış olmayacak mı? Yenidemokratlarmızın demokrasi söyleminin kolayca sönüvermesi yeni bir diktatörlüğün hedeflendiği iddialarını güçlendirmeyecek mi?

Kanıt apaçık olsa da olmasa da, hukukî sınama süreçleri devreden çıkarılarak mı hukuk gündeme getirilecek? Yani önce ortalık ateşe verilip sonra hukuk işlemeyecekse, hukuk baskı altına alınmakta değil midir? Değil ise, kamuda fiili infial için gerekçe mi oluşturulmaktadır?

Burada dikkat edilmesi gereken şudur: 11 Eylül türü saldırılarından sonra batıda göçmenlere yönelik saldırı çağrılarına meşruiyet kazandırıcı bir yolun önü açılmaktadır. Almanyada olup bitenler ve faillerin en iyi ihtimalde dahi korunmuşluğu uyarıcı olmalı idi.

Salman Rüştü meselesinde göçmenlerimiz üzerine baskıları meşru kılan bir diskur açıldı. Kutsallar korunur görünürken, batıdaki ırkçılığın göçmenleri fişleme, izleme, baskı altında tutma olayı kolaylaştırıldı.

"Ne yapılmalıydı?" diye sorulursa: Eleştiri ile karşılık verilmeliydi. Evrensel aklını bulmuş, gerekçelerini bulmuş alay ile. Bulunamadıysa, bu ihtiyaç doğardı. Aydınımızın söz hakkı elinden alındı. Söz hakkı'nın haklı olmayan sözü de içerdiğini, eleştiri hakkını yitirmenin acısıyla vurgulamalarda kalış, toplum mühendisliğine teslim oluş idi de.

Ölçü kaçırılmadıkça bu tür hallerde sokağın tepki vermesini demokratik buluyorum. Ancak demokrasinin rafa kaldırılabilirliği söylemi içinde sokak ve hukuk aynı anda gündemde tutuluyorsa, provakasyon hukukunca esir alınma durumuna düşüyoruz.

İnsanların inançlarıyla alay edenler çokbilmiş ilkel ve cahil bir bilimsellik iddasından konuşuyorlar öoğu kez. Düşünceleri, iddiaları inanç-bilgi ayrımı, antinomilerin eleştirisi gibi hususların farkında oluşun aydınlanmasını içermiyor.

Kaba eleştirinin çattığı indirgenmiş ezberi inancın hakikati sanan bir karşı kutup da, indirgenmiş, basitleştirilmiş, saptırılmış olanı kendi hakikatleri olarak savunabiliyor. İki tarafın ileri sürülen içeriğin gerçekliğinden emin oldukları, ama hakikatini sorguladıkları bir ortak zeminde kutuplaştıklarını görebiliyoruz çoğu kapışmada. Örnek verelim: Mevlânaya küfredenlerin Mevlânâya yazdıklarını bazı sözde mevlevî çevreler aynen savunuyorlar. Bir taraf bu ezberi övüyor, bazıları da ona sövüyor. Küfürü hafifletecek hiç bir şey olamaz. Ancak çarpıtma, kendi diyemeyeceklerini büyüklere söyletme de hafif br hakikat suçu değil.

Mevlâna üzerine kapışöalarda yapılması gereken, hakikî Mevlânâyı sunmaktı. Bu da zaman alacak bir iş idi. Hakikîsini sunmak zaten, hakikati içinde sunmaktır, bilebileceğimiz, kavrayabileceğimiz hakikatimiz içinde, yorumlarımızı tartışmaya, yanlışlanmaya (bilgiteorisindeki anlamıyla) açıklık içinde tutarak.

Hemen cevap verememek acıtsa da, söyleyeceğin bir şey yoksa, dersini çalışmak, ezberi olanla dövüşe girişmeden daha hayırlı bir yol.

Kanlı pazarda başkalarının hakikatini çarpıtıp balta satır saldıranları her daim haklı kılan bir hukuk, ilahî bir söz vermişlik yok.

Çarpıtma olmadığında da kafa göz kırmakla hakikat savunulur diye bir şey yok. Bunda cahiller, çok bilmişler her daim daha ustadır.

Hakikate sadık olmak, hakikatini bulmak, hakikati savunmak acelecilik, baskıncılık işi değildir. İzah edemiyorsan cahilsin. Daha iyi gerekçe sunamıyorsan, hakikate ezberi tercih ediyorsun.

İnandığında, bildiğinde hakikat olduğunu, olması gerektiğini düşünen insan saldırmaz.

Meşru müdafaa güçlü olanın, hukuku tayin edenin değil, köşeye kıstırılanın hakkıdır öncelikle.

İktidar iken köşeye kısmışlık psikozuna girmeyeceksin. Önüne geleni de köşeye kıstırmaya çalışmayacaksın.

Daha iyi bir ufuktan bakış, daha geniş bir anlayıştan eleştiri seni çaresiz, zavallı, garip yapmaz. Ayrıca garip, mazlum kalışın bir kötülüğü yok. Kerbelâ'yı okumakta aciz kalıyoruz: Orada kendilerini savunmak için mazlum kalıştan başka bir yol seçmeyişi sanki yenilgi nedeni gibi görüp, zalimlerin dilini seçmeyi yeğleyenlerimiz var. Kerbelâdaki zulümü onaylamadan değil de, yenilgiye yol açan yolu reddetmekten kaynaklanan, mazlumların aleyhindeymişçesine bir yolu seçtiren, iktidara, galibiyete götüren yolun seçilmiş oluşudur. Bu, mazlumlardan uzaklaştırıyor, Kerbelâda susuz kalanlardan uzaklaştırıyor!

Ekşi Sözlük'e karşı tavrın mutlak galibiyete, ezici dayatmaya gidecek görülen yol olması sorunlu. Bu dilden bizler çok çektik.

Velev ki hakikate zulmedilmiş olsun: Biz iktidara, ikbale, yarın yarı yolda bir kenara atabileceğimiz demokratik söyleme sarılıp, işimize gelmeyen hakikat sözcülerini susturursak, dayanaklarımızın zehrini geç farkederiz. Asaları, sopaları yere atmak, hakikate teslim olmak, hakikatin kirletilemeyeceğine inanmamız lazım, öncelikle.

Bir yanlış tezi zor ile, tehdit ile, mutlak iktidar ile susuturursak, galibiyeti garantileyen yolları seçersek susturduğumuz sadece ve sadece eleştirel aklın sesidir. Hakikati anlama eleştirel bir çabadır. Soruya cevap vererek olur. Kötü soru yoktur, provakatif soru ise gerçekliğini en kolay ele veren sorudur. Verimsiz soru anlamında kötü soru ise vardır, sormaz, tartışmayı kapatarak destekler. Yağcıların, yalakaların soruları değil, seni cepheden sarsan soruları cevaplayarak aşarsın ezberi. Provakatif soru değil, tartışmaya kapalı duruştan gelen sorudur kör soru.

Ezber? Ezberin işi başkalarının yorumuna, anlayışına, kavrayışına nakletmek, aktarmaktır. Hali, zamanı, meseleyi bilmeden duyduğunu tekrarlamak olduğunda, alaka, bağlam, söylenenin hangi alanda hakikat iddiasında bulunduğu bilinmediğinde sözün hakikatine zulmedilir. Anlama, kavrama sözün tüm içeriğini kavrama değildir. Kendi halinden durumundan, hakikatin kendisine açıldığı kadarından konuşmaktır. Konuşmaktır, çünkü, kavrayış kavrayışla buluşarak genişler. Konuşma bu anlamıyla eleştirel bir diskurun gündeminde, kucağındadır. İster anlam nüans farkından, ister tümüyle karşı karşıya gelmekten kaynaklansın konuşma, soru cevap diyalektiği, açık bir ufukta bizi düşünülmemiş ile buluşturur.

Öfke, hakikat derdi olanların işi değildir. Yalanı iftirayı göğslemek güçtür. Güçtür ama, hakikate yaklaştıracak, daha da yaklaştıracak olan o soruyu sorana değil, sorabileceğe cevap gönderebilmek, bir sonraki soruyu davet edebilmektir.

Tehditle, kodesle, yasakla hakikat korunmaz. Düzen korunur. Hakikat derdi olanlar, kendi cehalet ve dar ufuklarından korkarlar sadece, kendi faniliklerine tapmaktan, faniliklerine yapışmaktan.

Aslolan iktidar değildir. İktidara ve galibiyete götüren garantili yolların taburesine tekme vuramadıkça, gönüllerde taht kurulmaz!

Gönlümüzün sahipleri, tevazularına, insanlıklarına sarılan ve insanlıktan umut kesmeyenler, propaganda değil hakikat ipine sarılanlar olacaktır demem kimleri aydınlatabilir ki?

Acelen varsa, sabrın sözcüsü olmayacaksın!