20 Temmuz 2011 Çarşamba

Oğuz Atay Üzerine Geçici Bir Not!

Fazla zamanının olmayabileceğini düşünerek yazdı, yayınladı, Oğuz Atay.

Çekip gitmeden söylemesi gerekenlerin bir kısmını söylemiş olması, sözünün aramızda dolaşıyor olması ne güzel!

Oğuz Atay okunmayan, farkedilmeyen bir insan değildi, sanıldığının tersine. Hayati Asılyazıcı Tutunamayanları yayınladıktan sonra okuyabilmek için sırada beklerdik. Sahaflardan hemen uçardı. Iki cilti bir arada bulabilmek mümkün değildi ve tek cilt halinde yayınlanana kadar bir efsane idi kitap. Herkes bir tarafını, bir yanını okumuş olurdu. Teksirler dolaşırdı elden ele. İspanyol Meyhanesi dinlediğimiz günler.

TRT ödülünü alması tanınmamışlığı, duyulmamışlığı iddialarını gülünç kılıyor. Ödülü veren kurul da sesini duyurabilen gazeteci ve yazarlardan oluşuyordu.

Can Yücel için 19 Mayıs (”sen ey ranzalarda parende atan/prangalarla barfiks yapan” ile başlayan) şiirinin Cumhuriyette yayınlanması nasıl bir dönüm noktası olduysa, Oğuz Atay için de TRT ödülü daha da fazlasıyla tanınma imkanı sağlamıştı.

12 Marttan yeni çıkılmıştı. Yayınlanmasında sorun çıkması sanıldığı kadar da dramatik değildi. 12 Eylül sonrasının dayanışma fukaralığı ile kıyaslanamaz bile!

Bir Bilim Adamının Romanı çıktığında hiç de sessizlikle karşılanmadı. Televizyonda en iyi yayın kuşaklarında tanıtıldı.

Korkuyu Beklerken’i en umulmadık kitaplıklarda görebiliyorduk. Oğuz Atayın hikayeciliği bilinmeyen bir şey değildi!

Nurettin Topçu’nın Tutunamayanlara bakışı Oğuz Atay’ın her kesimde okur ve ilgi bulabildiğini düşündürmeli artık insanlara!

Oğuz Atay cenazesini sağ ve solun paylaşamadığı bir insanı yazarken, iki kesimden de ilgi gördüğünün farkındaydı.

Yalnızlığını, okunmama acısını yakın çevresinde aramanın da anlamı yok, bugün artık bir hayat tarzı değil mi bu?

Tutunamayanlarda yazılış tekniği, ekonomisi, bütünlük sorunları üzerinde tartışılabilir. Eserin formunun tercih mi olduğu, dağınık bir malzemenin ve söylenmeden edilemeyecek olandan vazgeçememişliğin mi söz konusu olduğu tartışılabilir.

Tutunamayanlar ister bir bilinçli form tercihi olarak , ister dağınık ve zamana yayılmış notların bir araya getirilmişliği olarak görülsün özgündür, önemlidir, bir cümlesi bile ziyan edilemeyecek bir hazinedir.

Tersine, Oğuz Atayın espirileri, jargonu, hicvi, tarzı, hayat sevinci üzerinden az insan kariyer yapmadı.

Mühendisliğinin, öğretim üyeliğinin öne çıkması, alınteriyle geçinişi, işi gücü olan bir insan oluşu biz okurları için müthiş önemli idi. Çalışarak, üreterek, yaşayarak yazması o yıllarda sıradan işlerden değildi.

Oğuz Atayın hastalığı da okurundan uzak kalmasının nedenlerindendi.

Okuru da meşguldü zaten. 1 Mayıs Meydanlarında katlediliyorlardı. Hapishalerde, meydanlarda, grevlerde, sokaklarda idiler.

Onu evierine kapalı içli insanlar da, sokaklara dökülenler de, Nurettin Topçu gibi aydın sağcılar da okudular, sevdiler.

Oğuz Atay bir yazardan önce Oğuz Abi idi bizler için. Oğuz Hoca idi öğrencileri için.

Ona sahip çıkılamadığı düşünülen zaman aralığı çok kısadır. 12 Eylülün unutturacakları ile kıyaslamanın yapılamayacağı bir zamandan düşüncelerdir.

Şimdiki Oğuz Atay algılanışı ile doğu-batı sorununa kafa yoran, sol bir partinin kuruluşuna ilgi duymuş, zamanının en ciddi aydınlarıyla fikri alışverişi olan bir Oğuz Atayın kendisini anlayışı farklıdır.

Onu kenarda köşede kalmış bir insan gibi düşünmek, bir insanlık kaçkını olarak portresinin yapılmasını kabullenmek Oğuz Ataya karşı hakkanî değil.

O nöbetçi insanımızdı. Başımız sıkışınca, elimize geçtiğince okurduk, işkence sonrası, katliamlar sonrası, acılar, ayrılıklar sonrası. Onun edebiyattaki yeri bir insanlık olarak edebiyattı da bizler için. İnsanca bir seslenişti. İnsanlık uyurken. İnsanlık sıvışırken. İnsanlık lazım oluşlarında bir yerlerde meşgulken.

Onu gerçekten sevdik. Ve bu şakacı, acılı, muhabbeti güzel dostu bağrımıza bastık, hayatımıza kattık.

O bir insandı. Yanlışsızlığı, hatasızlığı itibarıyla değil elbette: Eleştiriye, yanlışlanmaya, yaralanmaya, dokunuşa açıklığı ile!

Cemil Meriç de asıl okuyucusunun uzak durduğunu sanmaktaydı. Kendileri ile tartışma istediklerinin bir başka dünyada tahkim oluşlarının acısını hissedişleri gerçek olsa da, hakikat başka idi.

O kadar okunduğunun, gerçek okuyucusunu bulduğunun kendilerine hissettirilmemiş olması acıdır! Türkiyenin az biraz normalleşmesiyle, sokakların durulmasıyla kendini gösterebilecek olan gerçek, hep siste kaldı: Ömürleri vefa etmedi.

Onlar, okundular, sevildiler, tanındılar, vefa da gördüler. Ancak tartışmak istedikleri, düşüncelerini almak istedikleri, acılarını paylaşmak istedikleri insanlara uzak kaldılar.

Dost kimin yanıbaşında ki?

Bazan bir insan için bile yazarsınız. Sizi kainat okur ama o insan okumaz. Okuduğunda tersten okur. Okur da belli etmez. Yakınış her daim haklıdır.

Bir derdi çözmek istersiniz, o derdin sahibi size sırt döner ama bin derde derman olur gösterdiğiniz yol. Şikayetçi olanın kendisi için önemli olan o sırt dönüş, bize bu güzel serzenişi, dili, eseri sunsa da bin birin yerini tutar, tutsun diye düşünmememiz lazım.


O bir şey, bazan insanın kendisi için istemiş olduğu tek şey. Tek bir şey, sunulmuş hazinelerin dışında kalan. 


Ha kafes altın, ha değil. Ha kafes var, ha yok. Ne değişir?