4 Temmuz 2011 Pazartesi

"Tükürdüklerini Yalayacaklar!" Sloganı ve Demokrasinin Açık Diskuru

"Tükürdüklerini yalayacaklar!" diye bağırmak, "tükürüleni yalatmak" için elinden geleni yapacağını da deklare etmek.

Başkalarına tükürdüğünü yalatanlar ve tükürdüklerini yalamalarıyla bizi memnun edecek olanlar eşit, parazitsiz, yamultulmamış bir siyasi diskurun üyleri olamazlar!

Hele hele "tükürdüğünü yalayarak" helâl kazanç sahibi olacaklarını ifade edersek vekillerin, "helâl" ile kasdettiğimizin meşruiyetini iddia etmemiz imkansız hale gelir.

Milletvekilleri maaşlarını AKP ya da AKP seçmeni ödemiyor! CHP'li seçmenin ödediği vergi eğer hür vatandaşların verdiği türden vergi sayılmıyorsa ayrı! Ümit ediyoruz ki canımız, malımız, sanımız, namusumuzun birlerine helâl olması önkabulünü canlandıran gerekçelemeler böyle yerli yersiz ifade edilmez!

CHP seçmeni partisini desteklemektedir. Özel mahkemelerin meclis üzerine vesayeti tartışma ve protesto konusu olduğuna göre, statükoyu savunan partiler parlementoyu savunduklarını iddia edemezler. Meclisteki çoğunluk, taleplere ve iddialara kayıtsız kalmayı politika edindiğine göre "muhalefetin yerinin parlemento olması" şartını koşmak karşı tarafı dinlememe ve kayıtsızlık politikalarını tahkim etme çabasından ibarettir.

Burada eski uygulama düzgündür: Maaşı hakedip etmediklerine maaşı alacak olanlar karar vermelidirler. Partilerinin alacakları kararlar dahi milletvekillerini ianeye, borca harca itmemelidir. İktidarın zorlayacağı maaşsızlık ancak bir içsavaş toplumunda geçerli olabilir! Zorlayıcı, abluka altına alıcı, nifak çıkarmaya yönelik bir hareket olur!

Seçmenin partisinin tavrını onaylaması bile çoğu sınır durumunda şart değildir, partilerin her politikaları populer olmayabiliyor, kemer sıkma politikalarında olduğu gibi. "Yemin" ile maaşın helal olacağı, izlenen politikaların önemsiz olması da söz konusu değildir. Maaş'ın hak edilip edilmemesi tartışması ancak teorik boyutta geçerlidir, aksi halde Vatikan tipi bir ruhban sınıfının gerektiğini de argümanda "implicit" olarak ifade etmiş oluruz. Kimin maaşını hakedip etmediğine nihaî hükmün ahiret sorunu olduğunu unuttuğumuzda, sendikal hakları, hakkani ücretlendirme politikalarını bir kenara atmış oluruz.

Asgari ücret insanlıkdışı bir düzeye geriletilmiş olduğu zamanlarda dahi maaşını haketmeme halleri her daim olabilecektir. Haketme etmeme tartışması "maaş"ın kendisini tartışmaya, hak hukuk kavramını zorlamaya başladığında medeniyet iddialarını terkederek tartışabileceğimiz bir keyfiliğe kapı açmış oluruz!

Bu yanlış ufku taşeron işçi olan görme özürlü vatandaşa yöneldiğinde görmemiz, tekrarlanmaması için yeterli olmalıydı. Taşeron temzilikçi kadrosundaki hemşirehanımın kadro talebiyle işten atılmasıyla da kadro, maaş, ücret gibi mevzularda hukukunu bulamamış bir medeniyet iddiası demokratik gündeme kendisini dayatmış oldu!

Milletvekillerini açlıkla, sefaletle terbiye ederek meclise ya da fevriliğe çekmeye zorladığımızda "iktidar" olarak vebal altında olmadığımızı, temsilin hukukunu çiğnemediğimizi evrensel olarak geçerli olabilecek biçimde savunabilir miyiz? Ben sanmıyorum!

Her milletvekili çocuklarına burs alacağı bir zengin arkadaşı yoksa kendisine iktidarın dayattığını mı yapmak zorundadır? Ekonomik bağımsızlık milletvekilleri için elzemdir, ancak ayrı bir tartışma konusudur, şablon bir ekonomik düzey tesbiti bir ölçüde tartışmalı olsa da, elzemdir.

Kendisini helal ve harama kriter koyucu yetkinliğe yükseltmek, "tükürüğü geri yalatıcılığın hukukundan konuşmak" demokratik bir ülkenin "iktidar"dan konuşma tarzının içinde meşruiyetiyle verili değildir. Hikmet sahiplerinin dahi tartışmaya açık olarak ifade edebildikleri, iktidar kürsüsünün işi haline getirilmemelidr.

Demokrasilerde ikna süreçleri dayatma, abluka, propaganda ve çarpıtmadan arıtılmış söylemlerde gerçekleşir. Uzlaşmazlığa yol açacak baskı, teslimiyete yol açabilecek ekonomik abluka, dinlememenin ifadesi olan propagandif dil dominansın, baskının ve "hakikati gölgelemenin" araçlarıdır.

Demokrasinin evi meclis değildir, dominanstan, dayatmadan uzak/arınmış bir dildir. Parlemento demokrasinin bir kurumudur. Seçim gibi, oylama gibi, tartışmaya ve yargıya açık olmak gibi. Yerel yönetimlerin ezildiği bir parlementarizm demokrasinin yerinde yönetim ilkesini de çiğnemektedir.

Parlementonun rolü merkezidir, ancak, demokrasinin diğer kurum ve kuruluşlarını ezmemiş, yok saymamış bir parlemento için bu geçerlidir. Kurucu meclislerin istisnai rolleri, ilerlemiş demokrasilere zorlanamaz! Eksikli ve ayıplı bir demokratik modelin parlemento anlayışı ise ölçü edinilmemelidir.

Parlementomuz bin bir emekle, zahmetle, acıyla ve çileyle kuruldu. Kazanımlarımıza sahip çıkmamız onların rollerini indirgeyici, eğretileyici bir dil ve tarz ile olmamalı, olmamalıydı!

Demokrasinin dili, gerekçelemeleri, diskuru ayaklar altına alınarak demokrasi savunulamaz: Demokratik propaganda yoktur, demokratik tartışma, açıklık vardır.

Demokrasi geridönüşsüzlüğün, kapalılığın, dayatmacılığın, zor ve şiddetin diliyle konsensus sağlayıcılığın karşıtıdır!

Ablukacılık, zorlayıcılık demokratik değildir.

Açık bir ufuk, anlaşmanın açık tutulmuşluğu demokrasinin ilk şartıdır, hatırlatırız, Efendim.