1 Temmuz 2011 Cuma

Muzır Olan Hakikati Karartmak, Konuşmayı Anlamsız Hale Getirmektir!

Muzır Kurulu bir derginin daha hayatını sona erdirmesine yol açtı.

Haklı gerekçelerle "muzırlık tespiti" yaptığını varsaysak bile -ki dergiyi ömrümde görmedim-  ceza kesilmesi hakkanî ve adil değil. Hem kriter ve öncelikler sorunları söz konusu; hem sanatın, mizahın, edebiyatın alanına hangi meşruiyetle müdahale edilebileceği tartışılır bir konu; hem de muzır kasetçiliği ve hukukdışı teşhirciliği kolaylaştıran yasalar çıkartılmasını savunanların hangi hakkaniyetle böylesi bir mazbutluk avukatlığına girişebilecekleri eleştirisi etikten, estetikten ve adaletten savunulabilmiş değil.

Bu kurul, Baykal kasetlerini yayınlayan "muhafazakar" internet sitesinin muzırlıklarını tespit etmekle yükümlü olmayabilir. Öyle olsa bile, her türlü muzırlığın özendirildiği bir hayat dünyasında, bir mizah dergisine karakol kurmanın adil olmayacağını bilmeliler. Adalet, eldeki yetkiyi, belirlenmiş alana uygulamaktan ibaret değil. Adalet, hikmetle eyleme işi de. Adaletin alanında hukuku, kuralı güncellersiniz, geleceğe bir mektup gönderirsiniz!

Muhalif taraf hep muzır taraf ise, muhalif olmanın kendisi muzır görülüyor demektir. Hep sanat eseri muzır ise, mesele sanat eseri iledir.

Ülkemizde mazbutluğun kalesinden, ölçülülüğün evinden, aklıbaşındalığın burçlarından konuşacak, hele hele "ceza kesecek" hiç bir anlayış, kurum yok. "Ne yazık ki vazifemizi yapmak zorundaydık!" diyebilecek kimse de yok! Çünkü böyle bir vazife yok! Ne demek "ceza kesmek"?

Muzır İşler yok mu? Var. Özellikle de başkalarının söylediğini kasıtla çarpıtmak; konuşmayı, tartışmayı propagandaya çevirmek; tartışma ortaklarını ve kendi halkını sürekli "şeytanlaştırmak"; anlamayı ve anlaşmayı dolayısı ile eleştiriyi imkansız hale getirmek muzırın da muzırı işler. Bu yolda kasetler yayınlamak, dosyalara konuyla alakasız ve dosyayla alakasız insanların özel hayatları ile ilgili muzır yollardan kurgulanmış, ele geçirilmiş "dökümanları eklemek... Denilmemişi denilmiş yapmak, denilmişi denilmemiş yapmak... "Anlaşma mümkün değildir", "olduğumuz gibi görünmek mümkün değildir" intibaını yagınlaştırmak, bunun için ağız birliği yapmak, kampanya sürdürmek. İktidar kullanmayı yüceltmek, adaletten nasiplenememişleri "bizden, onlardan"lar olarak tasnif etmek ve kitle iletişimin imkanlarını, imaj mühendisliğini, propaganda aygıtlarını bu yolda kullanmak...

Bir başkasının söylediğini çarpıtmak, bu çarpıtmayı kampanya haline dönüştürmekten daha az mazbut, daha sinsi, daha fena, daha lanetlenmiş çok az şey vardır.

Bir "hakikati", mazbut olmayan görüntüyü, "gerçekten olmuş"u bir çarpıtmada kullanmak, hakikati kötüye kullanma anlamında daha büyük bir hakikat çarpıtması, daha büyük bir gayrımazbutluktur. Hakikat düşmanlığının kullandığı hakikatten daha tiksinti verici bir muzırlık yoktur!

Günahsızlar ilk taşı atar! Günahkarların taş atmasında mesele yok, kendini "günahsız, hatasız duruş"un temsilcisi olarak gören, yarın hakkın divanında kendisine bir şey sorulmayacağını düşünenlerin hukuk anlayışı sorunların gerçek kaynağı.

Kurullar, kurul üyeleri yaptıkları işin hakikatiyle yüzleşecek bilgilerin sahibi olmayabilirler. Söylemeyenler, eleştirilmeyenler, ucube bir muzır anlayışını yasalarımıza, kurumlaşmalarımıza yerleştirenler vebal altındadırlar!

Yanlışsız insan, eleştiriden münezzeh sanatçı, herşeyi bilen arif, incitmeyecek dokunuş, bir yerde yanlışı olmayan söz söyleme imkanı yoktur. "Yanlışsızlık" bir anlamda belki savunulabilir: Söylediklerini tartışmaya açarak, dinleyerek, sözü olmuş bitmiş görmeyerek, bir diyaloğun ve konuşma/anlaşma sürecinin akışı içerisinde. Hatasını düzelten, sözünü açıklayan, açımlayan, geliştiren insan yine de insandır, insan tanrı değildir. İnsanın "yanlışsızlığı" yanlışta kast, yanlışta sebat etmeme işidir.

"Yanlışsızlık ontolojisi" insanın tanrısallık iddiasıdır ki palavradan bir şişinmedir! Ayrıca "yanlışsızlık ontolojisi" diye bir kavram yok. (Temellendirirsem olur, ama, böyle bir icata ihtiyaç da yok.)

Yanlışsız devlet, yanlışsız hükümran, yanlışsız mazbutluk bir palavra! Kendisini tartışmaya açmayan, başkalarına değil ceza kesmek, eleştiriyle dahi gidemez!

Mazlum eleştirirse başkadır, bir iktidardan ahkam kesilirse başkadır. Mazlumu konuşturmak, dayatan hükümrana itiraz ahlakî yükümlülüktür!

Mazlumun elindeki taşı sen vermişsin gibi davranacaksın, başın yarıldığında. Astığın astık, kestiğin kestik ise.

"Haklı cahil"e "okumuş haksız" çok bahaneyle gelir. Bahanesiz olunacak. Mazlumun haksız, temelsiz davranmasında bile bir anlamaya çalıştığın olacak.

Burundan kıl aldırmamak, zulme karşı meşrudur. Zalim'in bile mazlum yanı vardır, hakkı hukuku vardır, unutmadan.

Yazıyla, çiziyle de hakikate zulm edilmesi mümkündür, teorik olarak. Düzelteceksin, kalem kırmanın anlamı yok. Düzeltterek sunduğun daha büyük bir cehaletin ifadesiyse, eleştirdiklerin de kaygının üzerinde mi tepinsinler?

Atışarak, kapışarak, belki iddialaşarak ama bir kardeşliğin, dayanışmanın, çarpıtmamanın, yamultmamanın diskurunda ufkumuzun da bir nebze farkında olma şansına ulaşacağız. Artık ne kadarı mümkün ise.

Mizahın alanında "hakikat çarpıtmaları" gibi görülen şeyler hakikat çarpıtması değil, cevabın üslubunu önermiş bir sorudur çoğu kez. Mizahi atışmada karşındakine ne kadar ileri gidebileceğinin hukukunu da sunarsın. Mizah taraflar ister, addeder. Mizahta sınır mahkemelerde konmaz, mizahta şekillenir.

Neyin mizah olup olmadığı eleştirinin dahi işi değildir. Eleştiri, nasıl algılandığı, neye yolaçtığını ihmal etmeden konuşsa da bir suç, doğru-yanlış, uygulama kataloğundan yola çıkmaz.

Eleştiri ileri gider. İnsanı savunur. Eseri savunur. İnsanın sorumluluğunu savunur. Karşı tarafı kısıtlamadan önce kendi tahammül sınırlarını zorlayarak, ufkunu zorlayarak.

Eleştiride de hata olur; eleştiriyi, konuyu, meseleyi daha iyi bir noktada bıraktıktan sonra.

Yergi de, kurcalama da, anlama çabası da yerini bulmuştur, yolunu bulmuştur bir süre sonra tıkanacak bir yol bile olsa. Ne olmadığı, nasıl olmadığı da meselelerin hakikatinin bir yanıdır.

Tartışma inceltir zevki. Kural, yasak dayatması değil.

Daha iyisini göstererek inceltirsin sanatları. Yalpalayanları, yanlış fırça seçenleri zındanda bırakarak değil.

Daha güzeli, daha inceyi, daha zevkliyi gösterecek gerçek otorite, özgür sanat, edebiyat, düşünce praksisinin ta kendisidir. Anlaşma, koklaşma, tartışma süreçlerinin açık tutulması yeterlidir. Henüz meyve vermediği için fidanı kesmektir çoğu müdahale.

Sanat da saldırganlaşabilir, banallaşabilir, hakikat düşmanı olabilir. Her şey mümkün. Sanatseverin, sanatsevmezin populizmi, elitizmi, çokbilmişliği de mümkün. Sürtüşmesiz, dayatmasız, kapışmasız bir dünya yok, olmayacak.

"Siyasette karşı tarafın hakikatini bir selam gibi alamayanın sanatın hakikatine müdahalesi pek yerinde değil!" demekle bitirelim, eleştiriyi, doğru yanlış tartışmalarını, hayat ve hakikat anlayışlarını tartışmaya açık tutarak...

Efendim.