18 Kasım 2011 Cuma

Vicdanî Red Üzerine Ev Ödevleri

Savaşın nerede red edileceği, nerede kabul edileceği eski adamlık, yiğitlik, alplik geleneğimizin (tüzüğünde, el kitabında değil) praksisinde, fronesisinde de yazılı idi. Kabile ve aşiretler demokrasisinde reddedilen savaşlar çok olmuştur, güç dengelerinin elverişli olmasına bakılmamıştır çoğu kez.

GAZA. Gaza zulme karşı duruş, barış için hareket idi, zamanla nasıl gerekçeler, temellendirişler, duruşlar sulandırılır ayrı bir konu. Savaşı red veya savaşı kabulleniş aynı gaza kavramının içinde gerekçelenebiliyor meşruiyetini bulabiliyordu. Erken fütüvvet bir aşiretler, boylar demokrasisin buluşma alanında şekillendi. Merkezî devlet(ler)le fütüvvet evet, zayıflamıştır. Bu anlamda bir zayıflamayı da dert ettiklerini sanmıyorum. Aşiretlerarası demokrasi yani dengeler ve ortayol bulma faaliyetleri kötü bir şey olmasa da, stabilite, güvenlik, hukuk,  ticaret yollarının açık tutulması özlemi merkezî devlete yönelik bir talep de yaratıyordu.

Hüzeyin Gazi'nin Kuyucu Murat Paşaya katılmayı reddeden torunları da o dönemin anadolusunda yiğit, er bulunuyordu pekalâ. karşı koyuşlar her daim isyan biçiminde olmazdı. Dengeler elverdikçe diplomatik, elvermediğinde canından olmayı göze almayı gerektiren bir kodeks öncelenirdi. Bir el kitabından yola çıkarak değil. Halkın, kültürün, geleneğin temellendirici desteğini, toplumsal vicdanı arkasına alarak!

Vicdanî redde ayırt edici olan gerekçenin bireyden mi topluluktan mı geldiği değildir. Kararın arkasında bireyin durması önemlidir, birey ve vatandaşın hak ve ödevleri alanında gerekçelenmesi dahi ayırt edici değildir. Hak ve ve ödevler bağlamında bakan ve değerlendiren bir hukuk ve toplum yeterlidir.

Torunlarına silaha el sürmeyeceklerine dair yemin ettiren savaşçı geleneğin temsilcisi de vicdanî reddi gündeme getirebiliyordu, hem de meşruiyet tartışmasını anlamsız bırakarak. Olgun bir toplumda böylesi durumlarda hal çareleri bulunabiliyordu. Bulunamadığında münderecat ve hukuk icabıdır her şey.

Savaşa karşı çıkarak dağa çıkan vicdani red kapsamında hareket etmiyordu. Reddin aktif direnişe dönüşmesi, savaş karşıtlığının savaşlara iç savaşlara dönüşebilmesi ise her daim mümkündür.

Vicdani reddi modern zamanların kavramı olarak görmüyorum. Ancak modern zamanların temellenmiş direniş tarzları, barışçı duruşları ile de alakalanmış, yeniden temellenmiştir.

PASİFİZM. Vicdani red, zorla silah altına alma karşısında şiddet kullanmaz. Gandi'nin siyasi mücadelesi pasifizmin modern zamanlardaki yeniden temellendirilişi, sınanışı da olmuştur. Bugün vicdani reddi tartışan ufuk pasifizmi gündeme getirmeden kendisini ifade edemez! Pasifizm tartışmaya açık, argümentasyona açık bir duruştur. "Dinim böye gerektiriyor!", "anlayışım böyle gerektiriyor!", "gazi dedeme söz verdim!",  demek durumunda değildir pasifizmden argüman. Bu tür argümanlar, bir anlamda tartışmaya kapalıyken, bir başka boyutta tartışmaya açık olabilirler. Bunda sorun yoktur. İnanca, anlayışa saygı başka bir şeydir, bir şeyin doğru olup olmadığını başka bir planda tartışmak ayrı.

"Köylüme silah doğrultamam!" da bir yeterli gerekçedir. Bunu söyleyen "Çanakkaleye gitmem!" dememektedir. Gerekçesi de pasifist değildir.

"Pasifist, işgale evet der, sömürgecilere uysaldır" diye de düşünmemek lazım. Evet, işletilebilse medenî bir duruştur. Özgüven ister. Karşı tarafa da güven ister. İnsanın ruhuna. İnsanlığın kader ortaklığına.

Pasifizme karşı argümanların güçlü olmasından çok reel politik durumlar konuşur. Savaş endüstrisi, çatışma mühendisliği. Kapıdaki bela.

Evet, ben 12 Eylül döneminde askerliği reddederdim! Çanakkale Direnişine ise gözüm kapalı katılırdım. "Doğru mu yapıyoruz?" sorusunu sormak ise ne ayıp, ne yanlış, ne de günah. Bu soruyu birileri sormalı. Birileri de cevap vermeli. Ancak hiç bir cevap sorunun önünde, ilerisinde değildir.

Soru hakikatini de taşır. Cevap kendi olumsuzlamasını.

Çanakkale'de tartışılabilecek bir şey yoktu, her şey apaçıktı: Doğru mu yanlış mı yapıyoruz sorusunu aşar bazan savaş. İşte o zaman sorgulanmaz direniş.

Çanakkale üzerine tartışmalar, yine de, olmadı değil. "Neden geri çekilen düşman askerleri imha edilmediler?" sorusuna bazan "savaş katliam değildir!" cevabını işittik, bazan reelpolitik açıklamalarla desteklendi bu, bazan karşılıklı profesyonellik ya da insanlık üzerine diskur yürüdü. Doğrusu neydi? Doğrusundan öncesini söyleyelim: Bu sorular geçmişi değil geleceği şekillendirir! Tartışma gelecek için yapılmaktaydı.

Doğrusu şudur: Çanakkaledeki direniş bir ahlâkın, varlık sebebinin, kültürün, dayanışmanın medeniyetinin cevabıydı işgalin medeniyetine. Daha üstün bir ahlâk silahlardan üstündür. Tecrübe, kurmaylar silahlı bir direnişin askeri-hukuki normlar sınırında hareket etmesini sağlayabilirler. Yani tek başına haklılık, direniş ahlakı, gelecekle dayanışma hali yeterli değil. Ufuk da vardı. Soğuk savaşın flu gerekçeleri, şeytanlaştırmaları değil, hakikat, varlığımız, insanlık için söylenebilecek sözümüz can pazarındaydı.

Batı karşısında aşağılık duygusu içinde olanları anlamakta zorlanmışımdır hep: Biz orada anayasamızı, babayasamızı, insanlık duruşumuzu yazdık, yaşadık, ilan ettik. Elbette kendimizi sınırlandırarak, savaşı intikam eylemine dönüştürmeyerek, barışa geçiş kapılarını savaşta, hatta savaşla açık tutarak!

PARANTEZ. Yunanlı sosyalistler Selanik açıklarında anadoluyu işgal için yola çıkarılmış bir gemiyi (kruvazör?) işgal ettiler. Yeri göğü inleten sloganları "Savaşa Hayır!" idi. Dışardan işgal değildi bu. Yalta ile reel sosyalizmlerle henüz dümura uğratılmamış bir kardeşlik ilanıydı, üniformalı erlerin, askerlerin. Benzeri birkaç olay İzmir açıklarında oldu. Buna "savaş karşıtlığı" deniyor. Bu direniş türü, "sivil direniş" kavramıyla geçişli olsa da, sivil direnis değil. Sivil direniş pasifizmin spektrumunda şekilleniyor. Yunanlı barış eylemcileri silahlı askerlerdi. Göze aldıkları küçümsenebilir bir şey değildi. Başlarına neler geldi, can kayıpları oldu mu neden çokbilmiş ve cengaver gazetecilerimiz incelemez, araştırmaz anlaması zor.

SİVİL DİRENİŞ. Batı üniversitelerinde "sivil direniş" pratik felsefenin dalları olan uygulamalı etik, siyaset  felssefesine konu edilir. Vicdani red, "sivil direniş" başlığı altındaki bir çok konudan birisidir. Sivil direniş pasifizmin eylem spektrumu olarak görünse de, pasifist olmayan siyasetlerin de pasifist yolları kullanabildiğini biliyoruz.

Vicdanî red konusu askeri bir konu olmadan çok, adalet felsefesinin, siyaset teorisinin, düşünce tarihinin, siyaset felsefesinin, uygulamalı etiğin tartışma konusu olmalıydı.

Askeri görüş, reel durumu ifade eder, varolanın içinde, varolan şartlarda, olması gerekenin alanını işaret etmez.

Tartışmalar ise hikmeti, düşünceyi, siyaset bilmini, toplum kuramını, siyasi pragmatiği, reel politika tarihini de ister, düşünce tarihi kadar.

DÜŞÜNCE TARİHİ. Zorunlu askerlik vatandaşlık kavramının gelişimi unutularak, aydınlanma sonrası toplumların gelişimleri unutularak tartışılamaz. Profesyonel ordu bu yüzden sadece askeri bir mevzu değildir. Zorunlu askerlik bir hak mıydı, zorlama mıdır, bilinmesi gerekir! Savunmanın düzenli ordu ya da milis tipi örgütlenmesi de askeri tarihin değil, siyaset tarihinin önemli bir konusudur. Yugoslavyalaşma, balkanlaşma olaylarından sonra bizim geçmişimizdeki düzenli ordu için milislerin tasfiyesi düşünce tarihi açısından da ele alınabilmeliydi. Nerede bu tartışmalar?

FARKLI DURUŞLAR, farklı tavır alışları normalitesine dahil edebilen kapsayıcı pragmatizmler bir ülkenin çöküşünü getirmez. Savunma toplumsal dayanışmanın çökmesiyle ortadan kalkar. Teknik bilgi ve alan tecrübesi, çeşitli alanlarda önderlik sorunları reddedebileceğim şeyler değil. Ancak ruhsuz bir teknik, dayanışmasını yitirmiş bir toplum, toplumuna sömürgecileşmiş aydın, mühendisleşmiş siyasetçilerin itirazsızlıkta bile yapabilecekleri fazla birşey yok.

İÇERDE SAVAŞ VAR argümanı son haftalarda sürekli vicdani redde karşı gündeme getiriliyor. Ordu dışardaki savaş için kurulur, doğrudur, sınırlarımızda savaşlar var. Ancak ordunun içerde kullanılması gerektiğini addeden argümanlarla vicdani reddi reddetmek, vicdani red lehine argümentatif ve vicdan sızlatıcı temel oluşturmaktadır.

SİLAHSIZ HİZMET TALEBİ vicdani red ile özdeş değildir. Vicdani red bir dispozisyondur. Silahsız hizmet, değişik gerekçelerle silah taşımak istemeyenler için bir çözüm yoludur. Silahsız hizmet yerine hapishane de seçilebilmektedir bazı ülkelerde.

HAPİS. Bazı demokrasilerde bir çözüm idi. Abartılı bir süre olmaması kaydıyla, angarya ve aziyete dönüşmedikçe. Burada dikkat edilen vatandaşlık duygusunun yitirlmemesi, muteber olan olmayan vatandaşlık kavramlarına kapı açılmamasıydı. Hukuk felsefesinden, siyaset düşüncesinden argümanlar tartışmaya atılmadan bu konuyu da tartışmak imkansız.

VATAN SAVUNMASI. "Bizim çocuklar darbe yaptı" diye bir önerme düşünelim. Bu önermedeki "bizim çocuk" olmayı kutsallaştırmak değilse onca hamasiyat, tehdit, kavgacı ton insanları dinlersiniz! Dinlersiniz, taleplerine bir biçimde cevap verirsiniz. Vatan savunması soğuk savaş örgütlerinin sokaklarda aydınlarımızı yok etmesi; Maraş, Çorum, 1 Mayıs provakasyonlarına kalkışabilmesinin adı değil! Mamak askeri cezaevinde kendi aydınlarına soğuk su sıkan, taciz eden (fonda İstiklal Marşıyla!) zihniyeti reddetmek de vicdani reddi bir zamanlar, Efendiler!

Tereddüt, eleştiri, farklı bakış bizi çözmez, çökertmez. Ama devlet eliyle işkence, tecavüz yapılırsa çökertir! Kurtuluş savaşında eline silah almayanlar değil, ordu cephede çırpınırken ellerine silah alıp da yolları kesenler, ali kıran baş kesen açgözlüler belaydılar.

Vicdandan redde gideni döverek, korkutarak, şeytanlaştırarak bir yere varılamaz. Herkes hastabakıcı, aşçı olmaya kalkıştığında, evinde oturduğunda, işine baktığında zaten bir tehdit de yoktur. İnsanı evinden çıkaran yola döken, çöllere çıkaran savaş severlik değil, barışın değerini biliştir, insanlıktır, sözünde dururluktur.

Evini sevmek fena bir şey değildir. Eve dönmek, evine ekmek götürmek isteyen direnir. Evsiz, barksız, umutsuzlar da arkadaşlarını evlerine sağ salim gönderebilmek için çarpıştıklarında galip geliyoruz, geliyorduk, bir zamanlar.



(Zamanım bu kadarına yetti, benden bu kadar... Düzeltilmedi.)