Uluslararası
Durum: İki Yakamızın Arasında Bir Yavuz Köprü
Sanma
şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur
Herkesi
sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur
Sâdıkâne
belki ol bu âlemde dildâr olur
Yâr
olur ağyâr olur dildâr olur serdâr olur
(Selimî)
Hizbullah’a
Hükümet sözcülerinin ”Hizbulşeytan” lâkâbını yapıştırdıkları; Irak, Suriye, Lübnan
ve İranla gerilimin tırmandırıldığı günlerde üçüncü boğaz köprüsünün adı ilân
edildi. Yavuz Sultan Selim Köprüsü. Ne ilginç tesâdüf!
Yavuz
Sultan Selim’i şiiriyle, insânlığıyla, hatâsıyla, sevâbıyla tanıyan pek yoktur.
Her konuda olduğu gibi üzerine övgü ve yergi aynı Yavuz Sultan Selim karikatüründen
ya da hakikatinden gelir. Düşman kardeşlik hep aynı olguları ittifâkla öne
çıkarır, hakikat kabul ettirir, sonra kutsar ya da çatar. Hânedânın iç
tarihinin eleştirelliği, Osmanlının kendisini kavrayışının nesnelliği hânedân
tapıcılarında ya da düşmanlarında yoktur.
Eskiden
”kutupsallık” diye bir kavram vardı. Ona benzeyen ancak ondan daha geniş, eski
ve derin bir antientellektüel yaramız var.
Antientellektüalizm
hakikatten kaçıştır. Yüzleşmeden kaçıştır. Ezberin hakikate zulmedişidir.
Açıklamayı anlamak mümkünken anlamanın yerine koyuştur, en iyi haliyle.
Fuzûlî’de
yavuzlar bâde, şâhlar bengdir. Ayyaşlık tartışması kutuplaştırmanın, dermenin,
çatmanın, karikatürün, daha kapsamlı bir ayrıştırma için geçerli ikilemlerin
(dikotomilerin) yeterince kavranamadığını gösterse de bir popüler pazarlama, reklam
veya propaganda tekniği olarak Semiyotik’in gündem şekillendirmede kullanıldığına
şâhit oluyoruz.
Yavuz Sultan
Selim Köprüsü asimetrik işâret ve imâre üretme ve kurgulama savaşında
homojenleştirme sonrası birleştirilecek iki yakaya işaret ediyor. İki yöne, iki
yönelime, iki doğu batılılığa. İki esarete.
Bu
sembolikte Yavuz Sultan varsa hep yendiği, hep yeneceği, hep yenmeye inanacağı
Şâh İsmâil üzerinden var. İran, Suriye, Lübnan ve Irak Merkezî hükümetlerinin
yenilirlikleri, tahtı kaptırırlıkları üzerinden bir doğu batı sentezi, yol
açılımı, trafik çözümü.
Kılıçdaroğlunun
iktidara gelemeyeceğine onca vurgu siyasî bir eleştirinin ürünü değil, şâhismâilleştirme
işi. Şâh İsmâil hep kaybedecek. ”Yörükler” hep kaybedecek. Hülyâ bu. Kılıçdaroğlu
”derhal istifa edecek!” ve partisine oy verenler Şâh İsmâillere yârenlik
edenlere sırt dönerek ”iyi yörük”leşip kardeşleşecekler bu lütufkâr lafza göre.
”Târih
tekerrürden ibarettir!” sözü, oysa, tekerrürü eleştiren, her özgün hâlin
arkasındaki dinamiklere ve ders çıkarılabilirlik imkânlarına işaret eden bir
söz. Yenile yenile yenmeyi öğrenenlerin hicvi.
Çevreciler
ve ”dikilen ağaçları görmeyip” de sokaklarındaki ağaçları savunanlar Babaîler olarak
yerleştiriliyor bu gerilmiş, yalnızca reklam ve satış için hakikat/geçerlilik
iddiası taşıyabilecek kurguya. Onlar da yenileceklerdenler kitle iletişim
mühendislerine göre, şehir istiflemeyi, beton blokları ufka germeyi, deli
suları zapt edip yeraltına vermeyi akıl edemeyenler. Otoriteyi bir iddia
öznesi, bir diyeceği olan, bir tartışma ortağı olarak değil de vâsî olarak
görmeyenler.
Yenileceğiz
hep, hesâba göre. Artık kimin hesâbı ise. Hangi ödünç hesâp ise. ”Eski Sokağın
Rüzgârıyla”da ben de:
Beklense haşre kadar peymâne
Kaç kez bir şîşe sâd-pâre olur
Ol sâlimâ dilşende bir sükût
Nâr-ı firkatte bülbül ârif olur
Irak düşen gözden kim dilde olur
Dilden
olur dilde olur dildâr olur
demişim
galiba. Sultan’a değil, büyük şâir Selimî’ye.