Dertleri ne mazbutluktur, ne de kendi zulümlerini kontrol altında tutmaktır.
Oruç onlar için bir zahmettir. ”Oruç tutma zahmetine katlandıkları” için
"kaytaranlara" kızarlar. Yemek varken aç gezdiklerine, hır gür varken
barış içinde yaşama zahmetinde bulunduklarına, bakmak varken başlarını
önlerine eğeceklerine, aldatmak varken kendilerine hâkim olacaklarına
hayıflanırlar.
Onların biraz daha iyileri gibi görünen, hep istihzâyla gülümseyen, hor
görücü ukalâlar ise başkaları ile yarışırlar. Başkalarını şikayet ve
ispiyon ile kendilerini gösterip kırmızı kurdela kazanacak öğrenciler
gibi dolaşırlar aramızda. Şiddet kullanmazlar ama; "başka"larına,
hastalara, seferîlere, tereddüt içinde olanlara, farklı düşünenlere
hayatı zından ederler. "Biz bunların inandıklarına inanamayız!"
dedirtirler. Onların inandıklarına inanmamak insanlar için samimiyetin
şartı haline gelmeye başlar.
Orucu zahmet, külfet görenler sabrı bilmedikleri için takıntılarının
nesnesine indirgedikleri şeylerden imtina etmeyenlere saldırırlar.
Bakmamayı bilmedikleri için karşısında zayıf düştükleri her şeye bir
süreliğine de olsa düşman kesilirler.
Kendilerini terbiye edemez onlar, etraflarını terbiye etmeyi
önceleyeceklerdir. Dünya onlara uymalıdır. Nimet ortada görünmeyecektir;
kısmet kendini saklayacaktır; karşı cins, gıda, bitki, hava, su onlar
takıntı yaptıkları süre boyunca ortadan kaybolacaktır. Zahirde kıtlıkta,
darlıkta kalınacaktır. İftarlarda ise kıtlıktan çıkmış gibi
tıkınacaklardır.
Saplantının, takıntının bir yere kadar anlaşılabilirliği var.
Tiryâkîliği biliyoruz: Bir yere kadar anlaşılabilir olan bir yerden
sonra anlaşılabilir değil. Herkese saldıracaksa insan, oruç tutmaması
daha iyi değil mi? Oruç mütecavizliğe yol açsın diye tutulmuyor ki,
tersi söz konusu olmalı. Oruç saldırmamayı gerektirir öncelikle. Sabrın
sabırsız kılabilmesi geçicidir, onun hâkim yanı değildir. Oruç açlıkla
terbiye edilmiş mahkûmların işi değildir. Hür insanların medeniyet
talebidir. Nefse hakimiyet boğaz üzerinden gitmez; çeneden, öfkeden,
hırstan, baskıdan, zordan, şiddetten, bencillikten, görmemezlikten
gelmelerden geçme, vazgeçmedir. Ramazan insanın kendisiyle uğraşma
ayıdır, ayıplarını hatırlama ayıdır, kusurlarını kabullenme ayıdır.
Ramazan, elbisesi olmayan çıplağı, sen oruçken çöp tenekesinden yiyeni
görmeyi ve tepki vermeyi gerektirir: Giydireceksen üstü başı olmayanı
giydireceksin. Çöp tenekesini karıştırana yiyeceğini vermeden orucunu
açamazsın. Sokağında bir susuz kedi bile inlemeyecek!
Başka birisi yemek yerse sana ne? Karşısında bir sorumluluğun yok! Adam
aç değil açık değil, yiyor! Sen yeme! Ondan iyisini de yapamıyorsun ki: O
kimseye saldırmıyor!
Karşında tıkınan belki açlığını aklına getiriyor ama, tafrasını yaptığın
oruç kerhen oruç. Orucu işkence olarak görenin oruç tutmasında ne
hayır olabilir ki? Oruç dünyaya nimet yasağı, kıtlık buyruğu değil;
insanın kendisiyle baş başa kalışı, kendisini gözden geçirişi, insanlık
terbiyesini bırakmayıp devam ettirmesi. Etrafına bak: Aşçılar nasıl
tutuyorlar? Evlerde yemek pişirenler, o sofraları hazırlayanlar?
"İnsanlar birbirlerini eleştiremezler, insanların birbirlerine
karışamazlıkları mutlaktır!" diyen de yok. O ayrı bir tartışmadır.
Ramazanın ruhuna çiğliği tasallut ettirmek ayıptır, yakışıksızdır, yanlıştır, eğer "ramazanın ruhuna zulümdür!" demeyeceksek!