10 Ağustos 2011 Çarşamba

Ramazan Zaptiyeleri

Dertleri ne mazbutluktur, ne de kendi zulümlerini kontrol altında tutmaktır.

Oruç onlar için bir zahmettir. ”Oruç tutma zahmetine katlandıkları” için "kaytaranlara" kızarlar. Yemek varken aç gezdiklerine, hır gür varken barış içinde yaşama zahmetinde bulunduklarına, bakmak varken başlarını önlerine eğeceklerine, aldatmak varken kendilerine hâkim olacaklarına hayıflanırlar.

Onların biraz daha iyileri gibi görünen, hep istihzâyla gülümseyen, hor görücü ukalâlar ise başkaları ile yarışırlar. Başkalarını şikayet ve ispiyon ile kendilerini gösterip kırmızı kurdela kazanacak öğrenciler gibi dolaşırlar aramızda. Şiddet kullanmazlar ama; "başka"larına, hastalara, seferîlere, tereddüt içinde olanlara, farklı düşünenlere hayatı zından ederler. "Biz bunların inandıklarına inanamayız!" dedirtirler. Onların inandıklarına inanmamak insanlar için samimiyetin şartı haline gelmeye başlar.

Orucu zahmet, külfet görenler sabrı bilmedikleri için  takıntılarının nesnesine indirgedikleri şeylerden imtina etmeyenlere saldırırlar. Bakmamayı bilmedikleri için karşısında zayıf düştükleri her şeye bir süreliğine de olsa düşman kesilirler.

Kendilerini terbiye edemez onlar, etraflarını terbiye etmeyi önceleyeceklerdir. Dünya onlara uymalıdır. Nimet ortada görünmeyecektir; kısmet kendini saklayacaktır; karşı cins, gıda, bitki, hava, su onlar takıntı yaptıkları süre boyunca ortadan kaybolacaktır. Zahirde kıtlıkta, darlıkta kalınacaktır. İftarlarda ise kıtlıktan çıkmış gibi tıkınacaklardır.

Saplantının, takıntının bir yere kadar anlaşılabilirliği var. Tiryâkîliği biliyoruz: Bir yere kadar anlaşılabilir olan bir yerden sonra anlaşılabilir değil. Herkese saldıracaksa insan, oruç tutmaması daha iyi değil mi? Oruç mütecavizliğe yol açsın diye tutulmuyor ki, tersi söz konusu olmalı. Oruç saldırmamayı gerektirir öncelikle. Sabrın sabırsız kılabilmesi geçicidir, onun hâkim yanı değildir. Oruç açlıkla terbiye edilmiş mahkûmların işi değildir. Hür insanların medeniyet talebidir. Nefse hakimiyet boğaz üzerinden gitmez; çeneden, öfkeden, hırstan, baskıdan, zordan, şiddetten, bencillikten, görmemezlikten gelmelerden geçme, vazgeçmedir. Ramazan insanın kendisiyle uğraşma ayıdır, ayıplarını hatırlama ayıdır, kusurlarını kabullenme ayıdır.

Ramazan, elbisesi olmayan çıplağı, sen oruçken çöp tenekesinden yiyeni görmeyi ve tepki vermeyi gerektirir: Giydireceksen üstü başı olmayanı giydireceksin. Çöp tenekesini karıştırana yiyeceğini vermeden orucunu açamazsın. Sokağında bir susuz kedi bile inlemeyecek!

Başka birisi yemek yerse sana ne? Karşısında bir sorumluluğun yok! Adam aç değil açık değil, yiyor! Sen yeme! Ondan iyisini de yapamıyorsun ki: O kimseye saldırmıyor!

Karşında tıkınan belki açlığını aklına getiriyor ama, tafrasını yaptığın oruç kerhen oruç.  Orucu işkence olarak görenin oruç tutmasında ne hayır olabilir ki? Oruç dünyaya nimet yasağı, kıtlık buyruğu değil; insanın kendisiyle baş başa kalışı, kendisini gözden geçirişi, insanlık terbiyesini bırakmayıp devam ettirmesi.  Etrafına bak: Aşçılar nasıl tutuyorlar? Evlerde yemek pişirenler, o sofraları hazırlayanlar?

"İnsanlar birbirlerini eleştiremezler, insanların birbirlerine karışamazlıkları mutlaktır!" diyen de yok. O ayrı bir tartışmadır.

Ramazanın ruhuna çiğliği tasallut ettirmek ayıptır, yakışıksızdır, yanlıştır, eğer "ramazanın ruhuna zulümdür!" demeyeceksek!