25 Ocak 2009 Pazar

Büyüyoruz, Ellerimizde Keklerimiz!


Demokratikleştik.

Telefonu dinlenmeyen kalmadı, polis aile sorunlarımızı da çözecek yakında. İyi eğitimli, kibar çocuklar ne de olsa, Kemal Gürüz'ün dediği gibi.

Yeni Şafak, Sisi gibi demiş. İnsan, başlık atan insan, güçlenince tevazuyu kaçırıyor.

Eskiden ezilenler ezeni dahi kurtarma derdine düşerdi. Peygamberler zamanında intikama peygamberlik yoktu. Köle devede, halife yalnayaktı.

Ömer, Hamza, Mecdeli Magda tevazuda açan çiçektiler.

Gencecik insandılar, kendi taburelerine tekme attılar. Cellada bile kin bırakmama derdindeydiler.

Düzeni, talanı, yalanı, dolanı hoşgörmemiz, ve her demokratikleşme iddiasına, hesap sorma işine finolar gibi kuyruk sallamamız bekleniyor.

Her kek yutulmuyor ama. Her gemi insanı açık ufuklara taşımıyor. Kuyruğumuz yok. Zincirlerimiz yok. Kaybedeceğimiz şey çok olsa da. Başta insanlığımız, sabrımız, umudumuz, komşuluk derdimiz.

"Yeni demokrat"ların hiç beğenmediği Sezer'in sessiz, sade yaşayan çocuklarını düşünüyorum. Çay ile bisküvi yiyor, yoksul yaşıyor diye eti çiğnenen Ecevitleri ve kedilerini.

İnsider meselelerini umursamıyoruz. Özel hayat sorularını önemli bulmuyoruz. Halâ bebek ve köpek meseleleri.

Kimilerimiz diyor ki "12 Eylülü yargılamadan nasıl darbe karşıtı olabilirsiniz?". Kimileri ise "çocuklarınızın arabayla çarptığı insanlara bile hak tanımıyorsunuz".

Ben diyorum ki, bu çorbada iyi birşeyler de vardır, biraz ararsak, karıştırırsak, dibine çöreklenen özlü birşeylerin olduğunu düşünmeye çalışırsak. Yanığı kazımassak.

İçeri alınanların çoğu ile bir muhabbetim olmadı. Bir kaçını okudum, eleştirdim, yararlandım, bir şeyler öğrendim. Bir kısmı beni ilgilendirmedi. Geriye kalanlarınsa ben neyi temsil ediyorsam, insana dair neyi savunuyorsam tersini savunduklarını, yaşadıklarını düşündüm.

Bugün içerdeler. Bizlere yapılanlardan sorumlu olanlar da olsaydı aralarına, alkışlayan da, sokağa inip yolumuzu kesenler de bir hakkın, hukukun olduğunu, özel hayatın bir hukuk devletinde polisiye magazine çevrilemeyeceğini söylemeyi borç bilirdim.

İşkencecim polis de olsa, asker, sivil de olsa işkencenin, angaryanın, sosyal linçin yanlış olduğunu vurgulardım.

Beslemeyip asana cevap, onları yargılayabilecek konumdayken idamları kaldırmaktı. En çok bizler destekledik. Kendi paçamızı kurtarmaya değil. İdamcılığı, kan dökücülüğünü yenmek için.

Masumların kanı devletlere harç yapılamaz. Batsaydık, ama Çorum, Maraş, Sivaslara yaslanan bir beka'yı, abiliği, patronajı, artık her ne idiyse, reddetseydik.

Demokratikleşiyoruz sözde, ama 1 mayıslarda gene sendikalara,işçilere iştahla saldıracak mı sistem? Onları eleştirenler masumların üzerine basmadan muhalefetlerini örgütleyebilecekler mi?

Politikacı çocukları, babaları hükümetteyken büyüme, büyük işler kurma işlerine ara verebilecekler mi? İnsider işleri (zamlanacak ürüne geçmek), yolsuzluk (geçtiğimiz ürüne zam) ne zaman sistemli bir kurumlaşmayla devre dışı bırakılacak?

Ve ahlakımız. Nasıl bir ahlakın savunucusuyuz?

Sadaka verenle gurur duyduğumuzda değil, sadakayla yaşayan bu kadar insana muhtaç olmakla utandığımızda bir halk olacağız.

İfrata varan düğünler, takılar, bilmem kaç yıldızlı ziyafetler, çöplerimizle beslenen çocuklar.

"Beş parmağın beşi bir olmaz" zamanlarının kader, hayır ve şer anlayışı üzerinde yükseldiğimiz değer değildi. Bazan sadece onların dedelerinin Çanakkaleden, Sarıkamıştan dönememiş oluşları yoksulluklarının, talana uğramışlıklarının sebebi. Akılsızlık, beceriksizlik, iş bilmeme değil, fedakarlık, insanlık, dayanışma çocuklarına yıllardır çektirebilen.

Babamın Amcası yedi yıl esaretten sonra tütmeyen bir ocağa Basralardan, Medine yollarından, Kuttül Ammarelerden dönebildiyse kader'den. Arkadaşlarının çocuklarını yoksul bırakabilen, aç bırakabilen bir sistem kurduysak bizim hakkaniyetsizliğimizden, zalimliğimizden.


Zenginlikle tartılıyoruz halâ. ölçü tanımazlığımızla. Eski mağdur,şimdilerde mağrur başyazarlarımız "gazetemizin yayını üzerine içeriye alınan" insanlardan bahsediyor.

Geleneğimizim içini boşalttık. Ahlâki buyrukları, mesleki deontolojileri unuttuk. Zenginlikten insanlık çıkar sanıyoruz. Modası geçmiş olan bu! Emek, alınteri, hukuk, dayanışma neden bayat kavramlar olsun?

Antiemperyalizm değil, halâ doğal kaynaklar için milyonlarca insanın tavuk gibi boğazlanabilmesi, devlet başkanlarının evlerinde hapis yaşatılabilmesi, ülkelerin gettolaştırılıp yakıp yıkılması.

Meydan okuyoruz, bağırıp çağırıyoruz, ama nerede bunun hukuku? Nerede dayanışmanın etiği?

Bu ekmek taş gibi ağır. Kek de yemeyeceksek, buğday dövme zamanı!

Peki buğday nerde? Müttefikler götürdü. Müttefik nerde? Komuşusunun evini yıkmaya gitti. Yıkım bitecek, işine geri dönecek. Bize tohum verecek. Ekecez, biçecez, dikecez. KÜçük kardeş de "hani bana, hani bana" diyecek. Kardeşlik diye bir şey bırakırsak geriye.