9 Mart 2009 Pazartesi

Evde Ayakkabıyla Dolaştırmam Kimseleri!


Dolaştırmam!

Pijamamı giyerim. Çizgilisini bulabilirsem yatılı okul yıllarındaki gibi, derhal alırım. Üzerimdeki fazla şık, şikayetçi de değilim şık olmasından, olmayabilirdi, olmasın, ama rahat olsun, sağlıklı olsun, öncelikle pijama olsun.

Seviyeli beraberliklerden midem bulanıyor. Ama, ama seviyesiz beraberlik kiminle kuracağız, dünya benim gibilerin dünyası değil ki, çoktandır? Yenildik, linç edildik, lime lime edildik, ama dimdik ayaktayız, kendi kılığımızda.

Sevgililer gününü de kutlamıyorum, her gün aşk okuyoruz zaten, sevgililer gününde mola vermemizde ne sakınca olabilir?

Goethe, Heidegger, Habermas, Gadamer, Gazali, Mevlana, Tanpınar, Kafka üzerine ince yazılar yazabiliyorum. Yorumbilgisini en iyi bilenlerdenim, hattâ düşünür sayılırım af buyurursanız, belki bir yerli feylesofum biraz ney falan da üflüyorum, ama taksi sürüyorum gece gündüz, bu yüzden ağzım biraz avam ayar, hep hır gür içindeyim, ayaklarım araba motorunun sıcaklığından kokuyor bazan, çalışarak geçiniyorum, kan ter içineyim, çalıştıkça kirli ve pasaklıyım, tırnaklarım kırılıyor, altlarına yanık yağ doluyor.

Eve geldiğimde ayakkabıları çıkarmak, yıkanmak, mis gibi su kokmak, rahat giyinmek ne hoş oluyor bir bilseniz. Tırnak altında yanık yağ kalmaması, mümkünse, deriyi kurutmadan.

Avrupada da türk yemekleri yiyorum bulabilirsem, zamanım ve mutfağım olur da yapabilirsem. Pariste bile.

Aldatmayı heyacanlı bulmuyorum. Sadakat heyecan verici geliyor. Birbirini sevenleri seviyorum.

Para peşinde koşturuyorum. Paralanınca, ihtiyacı olanlarla paylaşıyorum. Bazan dünyayı unutuyorum. Afedersiniz.

Yiyeceğe, giyeceğe, kitaba para veriyorum, hiç kısıntı yapmıyorum. Hele yiyecek giyecek: Hastalansam bana kim bakar ki?

Sokaklardayım gece gündüz, gündüz ışığı görmediğim de oluyor. Eksi otuzlarda teker değiştirdiğim de.

Bir şeyin şık, güzel olmasına karşı değilim. Terliklerim ayakkabıya neden benzeyecekmiş? Bir gerekçesi olmalı. Daha sağlıklı, misafirliklere götürülen terlikler? Evet, bir zamanlar kullanılırdı. Bir nedeni olsun kullanırım, ayakkabıya benzeseler de.

İçki? Sarhoş müşteriler bezdirdiler canımdan. Neler, neler olmadı ki? İçkili araba kullanmayacağımdan, istesem de kullanmazdım. İçki kötülüklerin anası diyorum, evet. Ama içki sofralarında oturuyorum, tadında bırakabilenlerle, işi ilericilik gericilik görmeyenlerle, yani memlekette, taşrada. Sohbet, dostluk, insanca hoşbeş neredeyse, orada. Yemekte nar suyunu severim, yeri gelir sadece yalın tadlı bir su içerim. Sudan anlarım, seçerim bazan, mümkün olursa, maalesef.

Sigara içmiyorum. Bir ara yaprak sigarası içtiğim oldu, sert sade kahve içerim, kavrulurken yakılmamış olacak, türk kahvesi yoksa espresso, o da yoksa filtre kahve ararım. Fincana önem veririm. Çay semaverden olursa, demlik porselense neden itiraz edeyim? Çay bardağına da bir itirazım yok. Ben moğol baskınına uğrayacak gazetedeki sömürge müfetişi miyim?

Nargile, sigara, tütün, duman ne evime sokarım ne çay kahve içtiğim yerde isterim, ne de arabamda izin veririm. Çalıştığım yerde sigara içilmiyorsa kafeteryada otururdum.

Hayatım zevksiz mi? Her gün yeni bir şey söyleyebilmek, yeni bir şiir kurabilmek, yeni bir şeyler anlayabilmek, halâ saatlerce koşturabilmek, hilesiz hurdasız nefis yemekler, tatlılar, salatalar, çaylar yapabilmek, ama yalnızken sadeliği tercih edebilmek o kadar fena bir şey değil.

Suyun tadını alabiliyorum. Tuzun tadını alabiliyorum, temiz havayla mutlu olabiliyorum, insanlara dert anlatabiliyorum, her gün bir şeyler öğrenebiliyorum, tambura çalabiliyorum, ufkumu başka ufuklara açabiliyorum. Kokuları, sesleri yorumlayabiliyorum. Kedilerle, delilerle, bebeklerle anlaşabiliyorum. Finolara uzak düştüm.

Ürkmeden, korkmadan, kendim olmayı bırakmadan.

Ve hiç bir gazetede, dergide, yayınevinde çalışmaya tenezzül etme durumunda değilim.

Kapak olmak neyime? Onlara diyebileceğim ne olabilir ki?

Onlar halkımı beğenmiyor, ben de onları ve itişip kakıştıklarını adam yerine koymuyorum.

Bizim yapabildiğimizi başkaları yapamadığında düşünürüz çorap-ayakkabı ligiyle hemhal olmayı.

Şimdilik kendi halimizdeyiz. Bir süre böyle devam edeceğiz.

Ayakkabılı kardeşlerim, altlarını iyice silin, onca pisliği içeri taşımayın, altında sakız, tükrük, kusmuk, etiket olmasın. Fotoğraf makinasına da, karşınızdakine de ayakkabı altını göstermeyin, başkalarının sehpalarına, sandalye, koltuk ve puflarına basmayın.

Çoraplılar, lütfen eve gelince ayaklar yıkanmış, çoraplar değişmiş olsun, fotoğraf çektirecekseniz çoraplarınız deliksiz, uçları ayakkabıdan boyanmamış olsun.

Finolular, terliklerinizi finolara oyuncak olarak vermeyin, çok pejmürdesiniz bazan. Finonuza da sahip çıkın. Saldırmasın terliklerimize.

Son kedi kardeşim patilerini silmeden, ve yalayıp temizlemeden evinde dolaşmazdı. Dolaştırmazdı da. Tanıdığım son istanbullu şımarık fino banyoda ayak yıkatırdı, kendini kucakta taşıtıp. Kimse nasıl bir estetiğe çomak soktuğunun farkında değil, yeni, yepyeni, daha da yeni medeniyet önerileriyle.