1 Mart 2009 Pazar

Kırıldı Yine Zevrâk-ı Derûnum Kenare Düştü: Hangi Mevlevîlik Devlete Küs İmiş?


Mevlevilik adına konuşabilecek birileri var mı? Mevlevîlik kaldı mı da bu iddialar ortaya atılıyor?

Yıllardır Mevlâna ve Mevleviyye adına yazılanlar kullanılarak Mevlânâ ve Şemse hakaret ediliyor. "Ben O'nun yolunun tozuyum" alıntıları ile, aba altından sopa göstermelerle halledilebilecek hiç bir şey yok!

Bir takım insanlar kendilerini ve birbirlerini kutsallaştırıyor, yanılmazlık iddialarıyla, ezoteriyle, cehaletle giyiniyorlar. Kendileri kutsuyor, kendileri aldırıyor.

Söven'in de öven'in de Mevlanâ sunumları örtüşüyorsa, durup düşünmek lazım.

Goethe'nin Mevlânayı okuyup okumadığı üzerine anlamsız bir diskur yürütülür durur. Kimse Hakikat ve Metod'da (Gadamer) bile Goetheye kadar giden ve Mesnevi ile paralel okunabilecek hakikat, fanilik, değişerek aynı kalma, praksis, fronesis, yorum kavramlarını anlar halde değil. Oyunla çocukların kişilik bulması, vesaire.

"Yeni bir şey söylemeyen" yani zamanına eleştiri, öneri, fikir getirmeyen, adaleti uygulamayan, okumayan, anlama çabasında olmayan, zulme itirazı olmayan ne kadar Mevlâna ile alakalandırılabilir?

O kadar çok şarlatan çıkıyor ki karşımıza sikkeli, hırkalı: Kavuk devirme töreni bile olmayan bir gelenekten konuştuğumuza işarettir bu! Hakikatsizine had bildiren, hakikatsizliğe ev kurdurmayan gerek, Mevleviyyeden bahsedebilmek için.

O kadar çok rakip duruş aynı kişilerle temsil ediliyor, ondan ona şundan buna icazet geçip duruyor ki, artık anlamak, ciddiye almak söz konusu bile değil.

Mevleviyye şimdilik bir müzedir. Musikisi ile, mirası ile ayakta durmaktadır. Bu kötü bir şey değildir, kültürümüzün derûni kapısını açık tutmaya çalışmaktır. Ancak Mevleviyye de değildir!

Mevlevî, mevlanaî olmasa dahi, mevlanaî duruşa saygılıdır. Uçuk kaçık ezoterilere, derinliği olmayacak hevalara kapılmaz, new age'e özenmez. Cenneti garantileyen şifrelerle, neyin kaç kere yapılacağıyla ilgilenmez. Neyi kaç kere yapacağımız semboliktir. Sır, faniliğimizle çarptığımız duvardır. El Gurayb'a kulak tıkayanın gaipten gelen sesi değildir, işittiği buyruk!

İnsan ölümlüdür, fanidir. Yanılan insandır, tüm zamanlar için söyleyebilir, ama tüm zamanların diliyle, bir kereliğine, bir kerede, tüm zamanlar için sonra konuşulacağı gereksiz kılacak biçimde konuşamaz!. İnsan-ı Kâmil, yanılabilen, hakikate açık, hakikatle düzelmeye açık insandır. Peygamberler de insandırlar. İnsan tanrılaştırılamaz.

Bugün Mevlevilik adına konuşanlar ya olur olmaz herşeyi savunuyorlar, ya da Mevlanaî olmayan bir neşeden, yani Şems ve Mevlânanın çıkış gerekçelerini yok sayarak konuşmaktalar. Mevleviyye devam etse, buna izin verilmezdi. Farklı düşünmek başka, mevlanaî eleştiriye ve hakikat'e kulak tıkamak başka

Bir insan hem Mevlânânın geleneğini, hem de onun tersini savunan geleneği aynı anda savunamaz. Mevlevî giyinen ben yaptım olduculuktan bıktık, usandık. Hakikate sırt dönen mevlevî değildir olamaz. Olduğu gibi görünmeyen. Göründüğü gibi olmayan. dediğini kasdetmeyen, kasdettiğini söylemeyen.

Şeyh Galip'lerden sonra neler yaşandı artık adı konulmalı!

İnsanlar durup dururken tasavvufa tepki duymuyor.

O kadar Cumhuriyete yükleniliyor ki, yüklenenlerin baş tacı eder göründüğü Yahya Kemâl'in (pekalâ kendisinin de içinden geldiğinin söylenebileceği) mesihci/mehdici geleneğe müdahale (bir çeşit sosyal mühendislik mi bu ayrı bir tartışma konusudur) önerdiği unutturuluyor!

Yakup Kadri'nin "Nur Baba"sı, Kadrocu bir tepki değildir. Kültürel Muhafazakarlarımızın tepkileriyle de örtüşür. Başka türlü okunmalıydı. Tanpınarın da tanıklığı altında.

Cumhuriyet, evet, tekkeleri yıkmamalıydı. Ama, manevi yıkıntı çok öncelerdendi.

Tekkelere tepki, geleneğin savunucularında da vardır.

Kimseler dna'larından dolayı daha hakikatli olmuyor. Mevlânanın torunlarının dedelerie sahip çıkmaları güzeldir, neden itiraz edelim?

Ancak, yeni bir şey söylemeyen, Mevlanayı eleştirdiği bir çıkış noktasına mahkum eden, Mevlanayı Mevlânanın savunduklarına yabancı eden, Mevlanasız kendilerini savunamayacak insanlara ne demeli?

Yurtdışındaki şarlatanlara?

Bu iş dost post işi değildir. Bu ülkeyi kuranların içinde Mevleviler de vardır. Bir düşmanlıkları, kırgınlıkları asla olmamıştır. Mecazî anlamda dahi. Eleştirmişlerdir, eleştirilmişlerdir. Farklı şeyleri savundukları olmuştur. Bazan uygulayan, yürüten kendileridir. Hapisane kapılarından dönenler olmuştur. Çalışanların yanında yer alanlar (Abdülbaki Dede), mebusluk peşine düşenler, her devrin adamı ya da devr-i sabıktan olanlar olmuştur. Halk olarak, avam olarak, havass olarak.

Evlâd-ı Mevlânânın sikkelisi de olmuştur, kalpaklısı da (bahsettiğim mevlevi taburu değil): Çanakkalede, Kuttül Ammarede, Medine Önlerinde, Şile, Kütahya kırsalında.

Mevleviyyenin perifersinden ciddi şairler çıkmıştır, Asaf Halet, Can Yücel gibi. Bilim adamları. Sanatçılar. Zenaatkârlar. Bin bir çeşit insan. Muktedir, muhalif.

Ne olan biteni hakedilmişlik olarak okuyan, ne de şu ya da bu iktidarla toplumu ya da devleti affedecek olan.

Barışmak bile bir muhataplık öngörür. Hakikatle muhatap olanlar, kime kızsınlar, kime küssünler, kime yakınsınlar?