Garih Cinayetiyle ilgili bir haber gördük Yeni Şafak'ta.
Zanlı, kendisine bir video gösterildiğini söylüyor. Garihin nasıl hançerlendiğine dair. Ve ortada bir resim var. Bu resmin Zanlı'nın anlatılarından yola çıkılarak çizildiğini çıkarıyoruz Ya polisin çizerlerinin modellerinden esinlenilmiş, veya doğrudan onlardan alınmış, ya da sorgu, itiraf tutanaklarından yola çıkılmış. Masum olduğunu iddia eden zanlı, videoda izlediği cinayetin bir tapınakta vuku bulduğunu ifade etmiş olmalı böyle bir resim çizilebildiğine göre.
Ne var ki, resim, kurtlar vadisi dizisinde Baron'un öldürülme sahnesinin de bir kopyası. Gönderme falan yapılmıyor. Aynen o, simgelerde tasarruf yapılsa da, tasarruf edlmiş simgeselliğe atıfta bulunulmuş. Ya Kurtlar Vadisi senaristleri bu cinayetin ayrıntısını biliyorlardı, ki bunu iddia etmek saçma olur, Kurtlar Vadisi bir belgesel değil, fiktif sanat eseri. Olanın değil olabilir olanın, başka türlü düşünülebilir olanın dünyasından. Hakikat iddiasının olması ne bir belgesel olmasını gerektirir, ne de gerçek cinayet şemalarının kullanılmasını.
Yeni Şafak editörleri, Baronun ölümü sahnesi üzerinden cinayete baronluk kavgası arkaplanını yazmış oluyor.
Dizideki Baron'un Garihle alâkası yok. Karahanlı, içeri alınanlardan çok içeri alınanların içeri alınmasından rant sağlayacak olanlarla ilintili bir fiktif şahsiyet. Ancak dizinin anlaşılma dünyasını fiktivitesini kaybettirerek realiteye kaydırmak, realiteyle örtüşme noktalarından sembolik aktarımına girişmek Yeni Şafağın amacını da aşıyor olsa gerek.
Bu cinayette yara izlerinin tahlili ile bir ülkenin imzasını okuyan; kimsesizlere yardımdan başlayıp dul kadın semboliğine kadar göndermede bulunan "komploteorik tahlil" ya da kulağa kar kaçırmalara şahit olduk. Son dönemdeyse çocuk kaçırma iddiası, video, tapnıak iddiaları gündeme getiriliyor. Doğru ya da yanlış, bir şeyler söyleyebilecek durumda değilim. Ancak, ortalık da toz duman, içinde hakikat de polsa, apaçık bir propaganda savaşı da gözümüzün önünde cereyan ediyor. Adaletle, hakikatle ezberimizin düzeltileceğini suçsuzları zan altında tutmamızın önüne geçileceğini ummaktan, ve bu toz dumandan insanlığın zarar göreceğini söylemekten başka yapabileceğim bir şey yok.
İşe kimler, neler karıştırılmadı ki? Fevzi Çakmak. Fevzi Çakmak'ın Şeyhi. Eski devlet erkanının kuruluşuna bulaştığı tarikatlar ağı. Çift kimliklilik meseleleri. Ve şimdilerde belki de yeraltı dinleri, kışlalar, morglar. Korporativist bir oligarşi. Vesaire vesaire.
Hakikat ortaya çıkmalı. Ama bu gözümüzün önünde tepişerek ortaya çıkarılabilecek bir şey değil. Soruşturmanın sağlığı açısından değil yalnız, sis tabakalarını katmerleştirmemek için de basın eleştirel ama dikkatli olmak zorunda. Basın ahlakının gerektirdiği, hukuka ve hakikate saygının gerektirdiği bir dikkat, elbette.
Bırakalım, soruşturmayı yürütenler ortaya bir iddia koysun. Mantıkla, narrasyonla, fiktif destekle isteyen düşünsün sorgulasın. İyi bir detektif romanı/dizisi olacak şey, olan bitenin hakikatle alâkasından farklı düzeyde hakikat iddiasında bulunur. Ne spekulasyon, ne de hakikate destek için propaganda aydınlatıcı olacaktır.
Yalan, dolan, talan demiyorum hiç bir iddiaya. Bizler polis, detektif değiliz. Vatandaşın, gazetecinin hakikati araması, sunulanları kurrcalamak ise elbette nafile değil.
Herşey mümkün. Teorik olarak. Ama balıkları da kavakta tahayyül edebilecek olan bir mantıksal olabilirlikle yargının işaret edeceği hakikati, ve daha sonra vicdanın hakikatin kendisinin işaret edeceği hakikati karartmamak gerekir.
İddiadan emin bile olsa bir gazete kaynak göstermek, illustrasyonları birtakım belge kanıt ve kaynaklarla açıklayıcı notlar koyarak, hazır sembolikleri ve semboliklere yönlendirmemek zorunda.
Propaganda ile gazeteciliğin, gazetecilikteki hakikat iddialarının arasındaki duvar şeklen ince olabilir. Ahlâken bu incelik çok keskin. Herkes, Asker, Polis, hukukçu, Gazeteci, Aydın, Tabip kendi mesleki deontolojilerinin, ahlakîn buyurduğu inceliklerinin farkında olmak durumundalar.
Gazeteci tüccarlaşması, dindarın zenginlik peşinde koşuşturması, bilim adamının ideolojye, bürokratın darbeciliğe kapılmasıyla açıklanamayacak bir postmodern hal ile karşı karşıyayız.
Postmodernistin somut koşulları titizce kurcalayan nominal ahlâkını da yok saymaya mwyl etmekteyiz.
Hiçbir kuruluşun, duruşun melekler kadar saflığına, ya da karanlık oluşununa somut bir günahsızlığı ya da suçu yazarak, adaleti hakim kılma şansımız yok.
Eleştiri, "ideolojik mücadele", hakikatin ve hakikatliliğin sınırlarını zorlamamalı. Dost için de, düşman için de, aldırmadıklarımız için de adalet! Yoksa adalet diye bir kavramdan geriye birşey kalmaz!
Yeni Şafak son zamanlarda kendi yayıncılığı dışında çok şeyi eleştirmekte. Telekulağın yarattığı dehşeti, giderilecek bir paranoya olarak gören milletvekillerimize, bunun bir kıyamet alameti kadar önemli bir iddiadan kaynaklandığını söyleyecek, pedagojik, didaktik, kolluk kuvvetleri de dahil bir takım kuvvetlere destek verici propagandif bir hafifliğin hakikat algısını ve eleştirel bir diskuru ortadan kaldıracağını anlatabilecek düzeyde toplum kuramcıları kendi yazı kadrolarında mevcut.
Hakikatlilik sabır işidir. Dik duruş, sözünü esirgememe hakkaniyetin yanında küçük bir ayrıntıdır.
Basın mensupları gazeteciliğin mesleki ilkelerine geri dönmeli, mutfak, yazıp kaybolan kadrodan daha ince eler sık dokur olmalı, en azından yapılabilir olduğu kadarıyla.
Yapılabilir olduğu kadarıyla diyorum, bunca önemli aydın, geniş kadrolar, teknik imkân ellerindeyken memleketin tüm entellektüel spektrumu, bürokrasisi, antibürokrasisi hakikatle kendini düzeltmeyi bir türlü akledememekte, ne yazık ki.
Memleketin ve insanlığın iki yakasını eleştirel bir diskurda bir araya getirmekten bizi vazgeçirebilecek hiç bir kutupsallık olmamalı. İçindeysek, dışına çıkacağız. Hapisanemizden, prangalarımızdan kurtulup hür oluştan konuşacağız, dost kayıran, düşman kovalayan şaşkınlıklardan değil.
Ancak hakikat özgürleştirir. Sarsılmaya, kendimizi hakikatle düzeltmeye açık olmadıkça insanlığa sunabileceğimiz bir şey var mı ki, Efendim.