8 Haziran 2011 Çarşamba

Karakolda Çevirmen Var!

"Ölümcül Porno" edebî bir eser de olabilirdi, porno eleştirisi de. Bir gogo da yazabilir bu adda bir eseri, Agatha Christie gibi bir teyze de. Bir mutaassıp da yazabilir, kendisini önyargısız sanan bir delikanlı da.

Yazarını tanımayabiliriz. Yayınevini tanıyoruz: Ciddi bir kuruluş. Tanımayabilirdik de.

Çevirmeni tanıyabiliriz, Ondan yola çıkarak beklenti sahibi olabiliriz. Tanımayabiliriz de.

Yazılı "porno" oluyor mu bilemiyorum, ilgi alanım değil. Bir dönemler erotik romanlar satılırdı gazetecilerde "Fırıncının Kızı", "Uçuştan Sonra" gibi. Yüksek sesle okuyan arkadaşlarım şimdilerde pek muhafazakarlar, kulaklarını tıkayıp işitmemeye çalışanlarsa ihtiyarlıkta azıttılar. Daha doğrusu, olur olmaz konuşup, kulak tıkattırıp eski günlerin acısını çıkartıyorlar.

Onlara porno roman mı deniyor şimdilerde bilemiyorum. Yatılı okul uyanıkları yasak ne varsa edinir ve yasak kırıcılıkla delkanlılık kariyerlerini perçinlerlerdi. Okuldan kaçacak. Kenefte sigara içecek. Pazar Dergisi karıştıracak. Derdalan şişesi en belalı Hocanın dersinde elden ele dolaşacak.

Arada kaynamak en güzel yoldu.

"Seks romanları" denilen "eser"ler genellikle yazarsız, ciltsiz, kapaksız uyanık icatlarıydı. Kemal Sunal filmleri uzmanları o edebiyata yapılan dokundurmaları, mecazlamaları farketmemişlerse iyi. Bilinip bilinmezlikten gelinecek, ciddiye alınmayacak, ama kendilerine birşey refere edildiğinde eğretileyebilecek bir uyanıklıkta yaklaşılacak "neşriyat"tandılar.

Lady Chatterley'in Aşkı üzerine epeyce allegori okudum, göndermeler izledim, ama orijinali okudum muydu hatirlamıyorum. Aklımda bir referans yumağı, metinlerarasılık alemi.

Bir dönemin popüler kültürü, filmlerdeki temanın içindeki tema istemeseniz de dikkatinizi bir referans alanına çeker. Bir dönemin erotizmi emansipasyon meselesi olarak yeniden üretildi. Zaten çıkış noktalarında da bugünlerde edebiyat uzamanları dışında kimsenin farketmediği, birey, toplum, işlevsellik, sınıfsallık, puritanite eleştirileri vs. de vardır. Eleştiri ve başkaldırı sosyolojik anlamlarındaki farklılık ve kayma gözönüne alınarak devam ediyor addedilebilir.

Ben pornoyu eser [sanateseri] olarak görmeyenlerdenim. Erotik perspektif olmadan, yani cinsellik tasvirine girilmeden edebiyat olmaz diyenlere de katılmıyorum. Bir donem cinselliğe doğrudan gönderme yapılmaması insanı eksik anlatma olarak görülürdü. Buna bir ölçüde inandırılmışlardan da olsam bugün farklı düşünüyorum. Daha doğrusu başkalarının ezberlettikleri karşısına kendi fikirlerimi koyabiliyorum artık. Başkasının edebiyat dediği edebiyatın tanım alanı değil. Esere bakmak lazım. Dile. Anlatıya. Hayata... Ezberimi bozmam, bir ezberi dayatmam anlamına da gelmemeli.

Bir esere "edebi" demek ezbere kriterlere basvurma işi değildir. Esere bakarsınız. Eserden yola çıkarsınız. Edebi denilen eserlerdeki ortak noktalar hakkında da bir fikriniz olur. O noktalardan esere gidilmez. Eserlerden o noktalara gidersiniz. Bir gerekirliği, anlamı varsa.

Cinsellikten kaçmak ise imkansız. Cinsel vurgu daha dil kullanımında başlıyor. Duvar dişi, sandalye erkek, halı nötral olabiliyor.  Bunlar yapısal.

Argo, altdiller, kullanım toplulukları reddedilerek bağımsız bir dil de edinilmiyor. Bir kişilik edinmişsen, hayat tecrüben varsa, dil üzerinde ustalık imkanın da var. Dilin de senin üzerinde imkanları. Bunlar sosyal.

Cinsel anlatılardan çoğu dilin dini edebiyatında, menkıbelerinde kaçınılmamış. Çoğul gerekçlelerle, saiklerle, şimdilik tartışmayacağız. İnsani olan hiçbirşey yok sayılmamış diyelim, geçelim. Cinselliği mazbut olmayanların konusu imiş gibi tematize etmemek gerekiyor.

"Mazbut olmak" da ezbere bazı sıfatlara burünme işi değil, zamanlarda. Hayatta ve hayatla yoğrulmada; pısmadan, kaçmadan ve ölçüyü kaçırmadan, hayatı inkar etmeden etiği ve estetiği olan bir tad, had bilirlik.

Hayatı inkâr Nietzscheye göre bizim geleneğin işi değil. Diğer geleneklerin ise işi olmamalı. "Ne"yin konuşulacağından çok "nasıl"ı öne çıkıyor sanırım. "Nasıl" ise bir kullanma klavuzu işi değil. Ariflik işi.

Konusuna göre poşetleyenler klasik eserlerimizi fincancı katırlarına biçtirirler, "nasıl" yazılacağına göre konuşacaklar ise yarım akıllarını yarım estetiklerini dayatmaktan başka bir şey yapmayacaklardır.

Şablonla eser verilmez. Konuyla düzey ya da hakikat belirlenemez. Fikir polisliğinden daha zor estetik zaptiyeliği. Beğenme beğenmeme hür insanların tartışılabilir tercihleri. Tartışmanın en üst seviyede sürdürülmesi dahi norm koyuculuk, son sözü söyleyebilirlik düzeyi değildir.

Cinselliğin değişik dönemlerde ele alınışının hikmetini bugünden söyleyip kurtulamayız. Yarının ya da dünün dünyasındaki her etkin gerekçeyi bilmek imkanına sahip değiliz, insan olmak, insan kadar bilmek işi. Eserler tartışılabilir, ignore edilebilir, değişik okumalara tabi kılınabilir ...

Klasik dil bin bir boyutta, tezatta, çağrışımda konuşturur: İsteyen aslında bir çokbilmişlik eleştirisi de olan (edip, şair değilim ama) "ölüm camı bir candan tadacak" mısramın çağrışım, gönderme listesini, anlam spektrumunu listelemeye kalksın, bitmez bir işe kalkışır. Bir fikri, şekli tüm pırıltılarıyla yakalamak zorunda da değiliz. Basitliği içinde, çoğulluğunu kaçırmadan, testimizde ne varsa onu içerek konuşacağız.

Camı canla öpüşü ölümün, hayatta ölüm, hayattan ölüm. Öpüş ne merkezi, ne dikkati yönlendirmemiz gereken bir nokta, ne sadee bir eğretileme. Hayatla imge, varolanla yokolan "hayatın ve sözün hakikatince" bir içiçelikte. Bir kuramla tanıyıp, tanıtıp şematize etmediğim, reddetmediğim, öne çıkarmadığım, geriye itmediğim, indirgemediğim, arıtmadığım bir öncelikler hiyerarşisi içinde belki. Bir okuma geleneğine ihtiyaç duyulması buralardan açıklanamasa bile anlaşılabilir, sanıyorum ki.

Yazarken biraz aşk, biraz keder demiyoruz. Ten unutuldu, şu unutuldu bu unutuldu demiyoruz. Bir hakikatlilikle yazıyoruz, ama söylediklerimiz hakiki mi değil mi, bunu sormak anlamlı mı değil mi, söylediklerimizin katmanlar içinde zarflanmışlığı, hakikat reddi olarak bile hakikatle hakiki ilişki bir gerçekçilik, hesaplılık, ölçülebilirlik, biçilebilirlik işi değil.

"Edebiyat nedir?"e üsturuplu cevaplar verebilirim. Bu, listem dışında kalanları karakolluk etmek için formule edilmeyecektir. Okuduğum, anladığımın tartışılması için bir anlam ifade edecektir. Beni "yanıltan", şaşırtan, inkar eden, bazan yanlışlamadan bazan yanlışlayarak fark koyan eserler her daim olacaktır.

Poşetlemeye alışan, yazar ve çevirmen ile karakolluk olan, mazbutluğun eserlerindeki serbest dile, klasik dile de bulaşacaktır. Ne söylendiğini anlamadan, okumadan, hikmetini bilmeden.

Eskiden halka yasak olan, ariflere serbest idi. Şimdi arifler yetiştiremiyoruz. Sözü denize atacağız. İsteyen mundar eder, isteyen başklarının tecrübesini kendi tecrübesine ekler. Öğrenir, öğretir, bir itirazla gelir, dünyamıı genişletir.

Bunun erotikle, pornoyla ne alakası var peki?

Bugün şu kitabın adıyla başlayan yarın konulara çatar. Öbür gün klasiklere şekil vermeye kalkar.

Bugün çevirmenle karakolluk olan devlet, yarın ne yazılıp yazılmayacağının listesini hazırlatmaya kalkar.

"Listeler ilmi olmayanlara!" derdi Gazalî yaşasaydı. Yazana karışacağına okumayacaksın. Okumak zorunda değilsin. Her konuda fikir sahibi olmak zorunda da değilsin.

Bırak eleştiri çiçeklensin. Ne üzerinde tartıştıklarında anlaşsınlar en azından insanlar!

Evet "kutsal edebiyat" kutsal heykel yok, yok ama, "kutsal toplum düzeniniz" de yok, eleştiriden kaçabilecek, kaçırılabilecek olan.

Peynirde yağ oranı bile mevsimle, malzemeyle alâkalıyken, altın oran işin tadını kaçırttırabilecekken hangi kriterlerle, hangi gerçek saiklerle sanat eserine müdahale edeceksiniz?

"Ucube insanlık anıtı"nın yerine peynir, saksı, pekmez, güğüm heykeli koymakla biter bu tür müdahaleler. Anıta kızarken "suret"e kapılırsınız.

Anlatılan, söylenen binbir dilde, formda söylenir.

Ariflerin gençlerin "fırıncının kızı" okumalarından bile öğrenebilecekleri, görebilecekleri çok şey var. Onlar okusalar bana mı ne? En azından cinselliğin hakikatinin yanlış anlaşıldığını görürler, görürler de, doğrusunu söylemekle mükellef olurlar!

Bir eksikten okuyorsa "kötü" olanı insanlar, arif onlara "daha iyisi nasıl sunulur?"a değil, "dertleri ne, dertlerinde yeni olan ne?"ye bakar.

Ahlak, kültür, estetik poşetlemekle, zaptiyelik etmekle değil, öncelikle ahlak, kültür, tavır sahiplerini sokaklarda öldürmemekle, gazlamamakla, tekmelememekle, şeytanlaştırmamakla olur.

Ahlaklı insanlar bırakın güzel ahlakı insanlara yaşayarak göstersin.

Sarhoşun elinden bengi de badeyi de alsan ne farkeder? Derdini almıyorsun ki? Bu kez kendisini köprüden aşağıya atar.

Gelenekçilerin en sevmediği şey gelenektir. Gelenekteki hakikattir. Hakikati olmayan gelenekten bana ne? Bendeki hakikatten sana ne! O sana da açık, ona da, buna da!

Kötüysem kötüyüm, daha iyisini gösterin hayatınızla. İyiysem iyiyim. Ne diye tepeme biniyorsunuz iyi olduğum için?

Arif hukuksuzluğun, karakolda biten eleştiri (yani okuma, anlama, idrak etme) eksilticiliğinin belalısıdır.

Ey kendilerini muhafazakar sananlar! Sizlere Gazalî mi okutsak ev ödevi olarak, Mesnevî mi, Nasreddin Hoca mı? Madem dünyaya (yani dünyayı eleştirmeye, anlamaya, daha doğrusunu önermeye) merakınız yok?