16 Nisan 2012 Pazartesi

Tek Eşliliği İtip Kaktığımızda Geleceksiz Kalırız!

Geleceği dert edenlerimiz kaldı mı? Bilemiyorum. Gözü zenginleşmede olan muhafazakâr da dahil olmak üzere bir kendini gerçekleştirme, dünyalığını kurma tutkusu içinde yaşadığı toplum ve içinden gelip yine içinde yol aldığı diğer insanlarla birlikte hareket halinde olan hayat sorumluluk, çaba ve kaygıların merkezinde olmaktan çıkarılıyor.

Çocuklarının üzerine titreyen nesillerin yetiştirdiği, kendilerinden başkaları için hiç bir şey talep edilmemiş nesiller hayat projelerini kazanç, mutluluk, tatmin üzerinden kuruyorlar. Tarihsel perspektif yani insanlığın içinde yol aldığı tarihsel akış, insanın tarihli ve sosyal varlığı düşünce ve "hesap" dışı kalıyor.

Aile, toplum içinde tanımlanan ve bireysel kararları abluka altına alınan nesiller kendilerine yapılanı yapmamaya çalışıyorlar. Aktardıkları değerler bir itiraz, içinde değiştikleri ve dünyayı değiştirdikleri dünyaya bir itrazken çocuklarda bu bir ezber, yanlış bilinç, idealtipik bir kavram üzerinden mevzi korumaya dönüşüyor. Bireyciliğin de bir biçimde öne çıkması ile sorun çetrefilleniyor. Bakış açıları, çıkış noktaları, yanlışbilinç ya da ezber anlamında ideoloji toplumsal interaksiyon, sorumluluk ve karşılıklı eylemede hakikatle gözden geçirilip bireylerin tarihselliğinden ifade edilen dinamik, tartışmaya açık düşüncelere dönüşemiyorlar. Bir başka kavramla ifade edersek, itiraz bir praksiste sınanıp, temellendirilip toplumsallaşma içinde bireyselleşmede şekillenip gerçekliğini yakalıyamıyor.

Bütün dünyada değerlerin monetarizasyonu liberal düşüncenin kültürel derinliğinden kopmasına, bireyin gerçekleşmesinin iktisadi terimlerle kompenzasyonu ya da temellendirilmesine yol açtı. Solda bireysel gelişimi birey ömründe gerçekleştirme ya da fedakârlıkların kompensazyonu, muhafazakârlıkta bir lokma bir hırkayla avutulmuşluk hissi olarak yeni nesillere içinde yaşadıkları hayat dünyasında kopukluğu, zorunlu sosyalzasyon süreçlerinden uzak duruşu kolaylaştırıcı bir tavır olarak yönlendi.

İnternetin sanaltoplumsallaşmayı zorunlu  toplumsallaşma kurumlarıyla değiştokuş edebilmeyi kolaylaştıran patlaması, tek kutuplu dünyada popülerkültürel ideolojilerin heyecan arattıran (insan parçalamalı filmler, cinselliğin dahi adrenalinli oyunlara dönüştürülmesi) bireyselleşmenin kapılarını kapatan bir insan krizine doğru götürüyor dünyayı.

Cinselliğin insanlararası interaksiyon, diyalog, sorumlulukta şekllenmesinin yerini gitgide daha çok partnerli ancak monologcu, ihtiyaç kavramının tabii olan doğadan kopma (kültüre, değerlere göre şekillenme) eğilimini sanal ve yarım sosyalizasyonun ihtiyaçlarıyla toplumsal doğasından da koparma eğilimi teslim alıyor. Burada bir emansipasyon/özgürleşme süreci değil eleştirel ve interaktif doğasından kopan çarpık sosyalleşme söz konusu oluyor.

Serbest cinsellik yakın tarihte çeşitli ufuklardan temellenebildi. Cinsellikteki özgürleşme ya da emansipasyon talebi insan cinselliğinin bastırılmasına, ağır toplumsal baskılara, totaliter dönemlere tepkiydi. Hayatı deneyselleştirme çabası geleneği baskıcı görme, topyekün yeniden tanımlama ya da uzak tutma düşüncesinin de eseriydi.

Tarihsel serbest cinsellik ise başka bir olay, günümüze kadar gelen dönemlere göre parlayıp sönen bir geleneği olsa da konu dışı bırakıyoruz.

Sosyalpsikolojideki gelişmeler ailenin muhafazakarlığın, mülkiyetin ve baskının bir kurumu olarak görülmekten çıkıp çocukların zeka ve ahlaki gelişiminin yuvası olarak temellendirilmesini sağladı. Bireyselleşmenin onto ve filogenetiğinin sosyal interaksiyon, aile, toplumsallaşma bağları tartışmaları felsefi, toplumkuramsal ve toplumbilimsel alanlara da çekti.

Eleştirel topumbilim topluma, toplumun tarihselliğine ve tarihte akışına, ahistorik olmayan insan anlayışına, toplumsal dinamikleri artık reddemeyen muhafazakar toplum temellendirişlerine de yansıdı. Bugün ailenin toplumbilimsel temellendirilmesinde muhafazakar, liberal ya da toplumcu bakışlar arasında görüş ayrılıkları eskisi kadar derin değil. Temellendirmedeki konsensus eleştirel bir diskurda gitgide gelişiyor.

Bunun gerekçelemelerdeki önemi, toplumsal kararlardaki önemi büyük.

Tek eşliliğin tarihi çok eşliliğin tarihinden daha eski. Bazı çok eşlilik iddiaları da tek eşlilik paradigmasında kendilerini temellendirmekteler ve nüfustaki asimetrilerle alâkalı olarak görülebiliyorlar. Bazı çok eşlilik gelenekleri tek eşliliği merkez alıyor, bazıları almıyor. Çok eşliliğe izin verilmesi ve buna meşruiyet verebilecek şartların sıralanması ile çok eşliliğin özendirilmişliği, öne çıkmışlığı farklı şeylerdir.

Nazizm döneminin insan haraları, çocuk üretme çiftlikleri tek eşlilik çok eşlilik meselelerinin dışında kalan bir sorunu da açığa çıkarıyor: Çocuk ve Eğitim/Terbiye. Kurumsal eğitim ile ailenin verdiği terbiye arasındaki fark üzerinde bugün, toplumbilimlerinden yola çıkarak konuşabiliyoruz. Bugünkü bilimsel bilgi ve veriler dünün insanının bu konuyu farketmemiş olduğu iddasını taşımıyor. Tersine, dün bireyselliği filizlendiren toplumsallaşmaların önünü açacak şekilde yapılanan kültürlerin neyi ne için oluşturduklarını, savunduklarını, kurumlaştırdıklarını daha iyi kavrıyoruz.

İnsanlığın bin yıllardır şekillendirdiği, temellendirdiği kurumlar dengesinin çopu kez ahistorik anlayışlardan değiştirilmesi, belli kuşak, ilgi, dönemsel çıkarlardan zorlanması gündelik hayatta derinlik kaybına yol açıyor. İnsanlığın gitgide daha ileri bir tarihsel noktadan bakma imkânı, tekniklerin incelmesi insanlıkta inceliş olma anlamına gelmiyor. İnsanlığın tarihi kurumlarına ağır müdahale dönemleri barbarlaşma dönemleri olarak da kendisini defalarca gösterdi.

İnsanlar benim ya da benim tercih ettiğim gibi yaşamak zorunda değiller. Herkesin bireysel tercihi başka, topluma model olarak önermek başka. Dönemsel-tarihi eğilimler veya ilerleme yönleri insanlıkta ilerlemeler olmak durumunda değil. İnsanlığın her bocalaması da topyekün insanın tarihliliği ve toplumsal dinamiğinden kaçış değil. Bazı duruşlar, şekillenme ve gelişme ve hayat tarzı mühendislikleri insanî kurumlaşmaları yeniden temellendirme için gereklilik ve eleştirel imkanlar da sunuyor,

Gelenek stoklarında farklı bakışlara, tavırlara yol açan kökler söz konusu. Gelenek stokları sadece şu yönde bu yönde değil, çeşitli yönlerde tümüyle izole edilebilselerdi dahi insanın şekillenmesini her dönemde eşit yönlerde/biçimlerde belirlemeyecek ve güncel emek isteyecek özellikler gösteriyorlar. İnsanların insan yetiştirme geleneği kurmaları da insan yetiştirme otomatikleri sunmuyor. Eleştirel faaliyet varolanı yıkmak, gözden geçirmek için değil işletmek, anlamlandırmak için de gerekiyor. Bu anlamlandırma konuya hakimiyet, konusuna hakimiyetin tereddütsüzlüğü ile söz konusu edilebilecek bir oldu bitti haline getirilmedikçe eleştirel süreklilik sağlanabildikçe gündelik praksise çeşitli anlamlarıyla tarihsel bir derinlik de sunuyor: Topyekün bir eleştiri, bir kereliğine tüm zamanlar için eleştiri ne mümkün ne de gerekli.

...

Vatan Gazetesindeki bir yazıya göz atalım ve yazıdan bağımsız olarak, yani ilerde bu alıntıyı yazıdan çıkaracağımızı belirterek devam edelim:


İnsanın bireyselliğinin tarih içinde hareket eden yanlarının bir hayat tarzı iddiası içerisinde (implicit olarak) yer almaması halinde gözden geçirilmemiş bir ideoloji veya iddia ile karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliyoruz.

İnsanın mutluluğu tek bir kişiyle yakalayamayacağı, insanın her beklediğini bir insanda bulamayacağı ve bunun için de tamamlayıcı ilişkiler aramayı düşünebileceği, bu arayışlarda gizlilik saklılık yerine makûl ve meşru gerekçelerle mukavele, mutabakat ya da kurumlaşmaya gidilebileceği üzerine çeşitli kombinasyonlarda diskur yürütülebiliyor. Kimisi ailenin zamanını doldurduğu fikrinde, kimisi çocuk için bunun daha iyi olacağının iddiasını yürütüyor.

"Ailenin zamanı geçti!" diyenlerin kimisi bunu yeni toplumsal işbölümü ve ideallerden temellendirirken "konjonktürel iddalarda bulunabiliyorluğunu düşünmüyor, kimisi insanın ve insaniyetin devamını kendi yükümlülükleri olarak görmeyerek "tarihin sonu"nu başka bir biçimde dile getiriyor ve saire.

Cinselliği sınırlı bir haz, evlilik veya beraberlikleri bir çeşit özdeşleşme olarak da görebildiklerini temellendirmelerde farkedemeyebiliyor "yeni" iddiaların sahipleri. Bunların gerekçe olsalar da nedensellik bağı da sınırlı olabiliyor ve bu yüzden bahaneleşebiliyorlar.

Tarih var kabul edilse bile dönemleri, dönemsel eğilimleri tarihsel ilerlemenin parçası olarak değerlendirmelerden de bir çeşit "zamanın mantığı" çıkarılabiliyor. Dönemler eski praksisin değerlendirilmesine yol açan kopukluklardan da ibaret olabilir (ya da olmayabilir!). Tarih yazımının narrativitesi, tarihin hikaye edilirliğindeki geriye dönüşler, bir ufuktan bütünleştirme oluşları da kronolojik gelişmeleri ilerlemenin parçası haline getirmemizi sorunlu hale getiriyor. Ufuk olarak tarihteki yerleşikliğimiz ileri bir nokta oluşturuyor. Kronolojinin ilerleme olması diye bir şey yok, ilerleyen sadece zaman. (Zamanın reel varlığı tartışmalı bir konudur).

İnsanın insana örtüşen yeterliliği beklentileri bir projektiyon, fazlasıyla özdeşleşme talebi, yarım sosyallik. Karşındaki de sen. Karşındakilerin genişliği senin kendi hakedilmemiş, kazanılmamış genişliğin. Üstelik insanlardaki potansiyeli harekete geçirme duygusunu terk etmişlik üzerine kurulu. Karşındaki insan olmuş bitmiş, her hangi bir anlamıyla da olsa, ne fena! Bu bakış çocuk gelişiminde de sorunlu olur, çünkü insani gelişim ömür boyu sürer. Çöküşte bile gelişme söz konusudur. Çocuğa sunduğu istisnai hâl en daralmış, daraltılmış şeklinde olur burada.

Şu an için beklediklerimizden fazlasını veren bir insan düşünelim. Dünyanın en güzeliydi hastalandı, bu özelliğini yitirdi. En duyarlısıydı, aldırmazın teki oldu. Kültürlüydü, kendini yenileyemedi, tereddüte düştü ya da melekelerini yitirmiş görünüyor. Şimdi her aybolan özelliği için yeni birisini mi arayacağız. Hadi bulduk diyelim o şahıslar da hep bize cevap verebilecekler mi? Biz sorun haline geldiğimizde? Bizim de yerimize bir başka(ların)ı mı bulacaklar? Bulma hakları yoksa egoizm bizim için geçerlidir.  O hakları varsa sürekli ve stabilize edilemeyen bir beraberlikte seviye tutturulamayacağı gibi, "looser"ların talepleri artsa da azalsa da bir kenara itlmeleri kural haline gelecektir. Bisikletle ağaca çarpan partneri iyileşip de beklentilerin eksilen kısımlarına cevap verdiğinde ne yapılacak? Diğerleri kovalanacak mı? Kovalanmadıklarında "fazla mal göz çıkarmaz" durumu ortaya çıkacak. Mülkiyet tarihinin, emtia tarihinin bir konusu olarak mı tartışılacak komplikasyonlar bir ölçü, karar noktası mı gerekecek. Norm konulduğunda ahlaki yani normatif argümentasyonun tek eşliliğe götürmeyeceğini iddia edebilecek entellektüel olabilir mi her hangi bir olası dünyada? Hakikat iddialarının normatif alanda açık, hür diskurda bağlayıcılığını reddedersek hangi toplumsallıktan, demokrasiden, dayanışmadan, ilerlemiş insaniyetten konuşabileceğiz? İlerleme, argümentasyona kapalılığın ilerlemesi ise ideolojiden, ezberden, tartışmaya kapalılıktan konuşmuş oluruz. Olumsuz anlamıyla muhafazakârlık da buradadır zaten: İlerlemeden bahsederken tartışmaya, tartışılır hakikat iddialarıyla gerekçelemeye kapalılıkla fanatizme, "argümentatif gericiliğe" düşmeyeceğimizi nasıl garanti edebiliriz?

Çocuk için iddia edilecek interaktif stabilite bu tür "grupsal seviyeli beraberlikler"de söz konusu olamaz! Çok eşliliklerden bile geri bir durum söz konusu üstelik. Onlar performans, özellik yetenek testleri üzerine kurmuyorlar mukavelelerini. Bu söz konusu değilse grupsal seviyeli beraberliklerde o zaman onca yeterlilik örtüşmesi iddialarının ne anlamı var?

Zamanım bu kadardına yetti. Eksiklikleri zamanla tamamlarım, ancak gerektiği kadarıyla. Argümentasyonda tutumlu kalmaya çabaladık, temellendirmeleri minimalize ettik. Bu bir makale değil, İtiraz notudur. Özetlersem: Çocuk için aile gerekir. Tek eşlilik, sadakat, dayanışma, toplumsal dayanışma çocuk yetiştirmede önemlidir. Hayatımız kendi hayatımızla sınırlı değildir, nesiller arası bir zincirin de parçasıyız. Cinsellik haz olmaya indirgenince bir tek hazza indirgeniyor o da hızlı, stresli bir dünyanın aslında pek derin olmayan kavramlarından birisi. Bir insanla ilişki zaman ister, emek ister. Cinsellik ihtimam, saygı, karşılıklı olarak birbirini tanımada derinleşme ile ilerler. Çocuk kuluçkada yetişmez. İnsnlar eskiden kuluçka civcivine dahi itiraz ederlerdi. Bugün klonlamayı mesru üreme yolu haline getirecek bir yola giriyoruz: Peki kim yetiştirecek bu klonları? Programlama mı yapılacak? İnsani yetişmenin tarih ve süreç içerdiğini, interaktif olduğunu düşünmemişler mi bu iddianın avukatlığını yapacaklar?

Her hastalananı, yetersiz olanı yanımızdan kovacak mıyız?

Benden daha az şey bilen, her alanda at oynatamayan ama insan mı insan birisine burun mu kıvıracağım? Üstelik bir düzine hatunla, mesela yani, nasıl geçineceğim, birbirleri ile nasıl geçinecekler, merkezde hep bir egoist mi olacak? Ha evet bu hak sadece kadınların olacak deniyor. Evet kadın mı "egoistimiz" olacak? Bu daha ileri bir psikoloji, kişisellik ya da bireysellik midir? Estepetapüften iddialar. İsterseniz o "Alman Psikolog" Hanımefendinin kitabını da değerlendirivereyim, bana acımıyorsanız, Sevgili Okuyucularım.

Kimin kimin çocuğu olduğu önemsiz ise Nazi dönemine geri döneriz. Gerçi o dönemde bile, bir biçimde kimin kimin babası olduğu (ırk araştırmaları, soy kurcalamaları açısından) kayda düşülüyordu, şimdi DNA analizi yapılsın denilecek sanırım. Akla ziyan işler.

Ne entellektüel ne ileri ne de insanî bir temel sunuluyor çocukların ve geleceğin çiçek açmasına.

Sol aslında böyle eleştiriyor(du) bu işleri. Böyle eleştirmeli. zincirleri kırmak, hürriyet, kurtuluş emek, çırpınma, dayanışma, sadakat işidir! Sana yetmeyeni satmama işidir! Hastaları, zayıfları yolda bırakmama işidir!